Bilinç bizi ”farklı kılan” yeteneğimizdir
Hepimizi yönlendiren dinamikler üzerinde düşünürken, önce "…birikim anahtar güçtür" dedik. Bir adım sonra "bakış açısının" bizi vezir edebileceği gibi rezil de edebileceğini söyledik. Temel dinamiklerin üçüncüsü olan "bilinç" bizi 'ötekilerden" farklı kılan özelliğimizdir.
Amartya Sen, "bilinci" tanımlarken, "…kişinin kendi varlığı ya da dış dünya ilişkin doğrudan edindiği sezgisel ve düşünsel bilgi" der. Büyük sözlükler de bir şeyin varlığına, gerçekliğine ilişkin zihinde açık seçik beliren temel düşünceler tanımı yapar.
İnsanın ilgi alanları ne denli genişse "bilinç alanları" da o denli kapsamlı ve geniştir. Bu genişlik, herkes için geçerli ve her alanı kapsayan bir tanım yapmayı güçleştirir.
İnsanoğlunun hem kendi varlığını, hem de dış dünyasını kapsayan "bilinç" konusunu ele alırken bilgi-odaklı bir değerlendirme yapmamız kaçınılmaz. Bu kaçınılmazlık bizi önce bilinci oluşturan ilk adım olan "veri" üzerinde durmamızı gerektiriyor. Bir sonraki adım, verileri tutarlı bir yöntemle "enformasyona" dönüştürmekle ilgili. Veriler ve enformasyonla beslenen bir "sezgi dünyamız" var; net bir kanıya varamadığımız, sezgi gücü ile doğruluğuna karar verdiğimiz bilgilerimiz hiç de azınlıkta değil. Verileri, enformasyonu, sezgilerimizi bir şey yapmanın aracı olarak kullanırsak o zaman "bilgi sahibi" oluruz. Ama bilgi tek başına çok anlamlı değildir; onu "anlamaya" dönüştürmek gerekir. İyice anladığımız bir konu hakkında "bilinçli davrandığımız" ileri sürülebilir. Bütün bu süreç bizim "bilinç çevriminin" sürdürülebilirliğini sağlar ve uzun dönemli geleceği güven altına alır. Bilinçle bu düzlemin işleyişine ilişkin özet değerlendirmeler yapabiliriz.
1. "Veri derleme" insanın doğasında vardır: Doğa durmadan "veri" üretir.Yaşadıkça keşfederiz. Keşif yolculuğumuz karşılaştığımız olay ya da olgulara bir "ad" vermekten başlar; kavramlar, düşünceler ve davranışlar onu izler.
Su boğar, ateş yakar, güneş kavurur, gece korku salar… Biz bu verileri derleyerek yaşam hakkında iyi, kötü, güzel, çirkin, kaba, sivri vb. bir dizi değer üretiriz. Hayatta nelerin iyi, nelerin kötü olduğuna ilişkin zihnimizde beliren "gerçeklik ölçeği" zeka düzeyimizle, yaşadıklarımız ve gördüklerimizle, okuyup öğrendiklerimizle giderek alan genişletir.Sonunda çok üst düzeyde "ekonomi bilinci", "hukuk bilinci" ve "tarih bilinci"- olarak hem bireysel yaşamlarımızı hem de büyük toplumsal örgütlenmelerimizi derinden etkiler.
İnsana yapılan bütün yatırımlar, hayatın karşısına çıkaracağı riskleri karşılayacak "alternatif tepki biçimlerini geliştirme becerisi" kazandırmak içindir. Yağmur yağarken bir kovuğa sığınmak ile nükleer savaşta en az kayıp için donanımlı sığınaklar arasında insan bilinci açısından özde fark yoktur; ölçek ve etkili olma farkı vardır.
Önemli olan "bilincin sürekli üretilmesi"dir. Bu üretim, insan ve sermaye kaynaklarını üretim sürecinde etkin değerlendirme kanallarını açıyorsa "olumlu" yönde bir ilerlemeden söz edebiliriz. Tersi ise, insanlar baskı altına alıyor, ölüm saçıyor; barışı ve kardeşliği yok ediyor, bölüyor ve parçalıyorsa "olumsuzluk" vardır.
Bilincin ilk adımı, doğanın ürettiği ve insanların yapay olarak yaşamın bir parçası haline getirdiği "verileri gözleme" olacaktır. Bir veri tabanı yaratmadan, etkin bir bilinçlenmeden söz edemeyiz.
2. Veriler tutarlı bir yöntemle "etkin enformasyona" dönüşür: Doğal ve yapay verileri gözlememiz, bilinç geliştirmenin önemli bir adımıdır; ama asla yeterli değildir. Verilerin, geçerli ve kabul edilmiş, çok fazla kanıtla desteklenmiş, doğruluğuna ilişkin kuşkuların iyice azaldığı bir "yöntemle" saklanabilir ve işlenebilir "enformasyona" dönüştürülmesi bilinç alanını genişletme ve bilinç derinliği yaratmanın ikinci adımıdır.
Verileri fark etmiş, veriler arasındaki karşılıklı ilişkilerin nasıl sonuçlar verdiğini kavramışsak,elimizdeki veri "enformasyona dönüşmüş" demektir. Elimizdeki enformasyonu, önceden planladığımız işleri sonuçlandırmak için de, birden bire karşılaştığımız olgular için de aynı şekilde kullanabiliriz.
Bilinç, "alternatif tepki biçimlerinde" somuta yansır.
Bir eski bir Güney Amerika uygarlığında olduğu gibi, savaşta alınan esirleri mabede götürerek orada kurban etmeyi bir inanç olarak benimsemişseniz, savaş alalında cephede çarpışma yerine güçlerini esirleri mabede götürmek için harcayarak, küçük bir kuvvete yenilir; uygarlığınızın yok olmasına neden olabilirsiniz. O nedenle bilincinizi besleyen bütün değerleri sorgulananız gerekir;bu da gerekli enformasyona sahip olduğunuzda daha kolay erişilebilir bir zihni etkinlik olacaktır.
3. İnsan "sezgiden" bağımsız düşünülemez: verilerin gözlenmesi, tutarlı bir yöntemle enformasyona dönüştürülmesi, enformasyonun hiç olmazsa zihinsel planda neyi, nasıl yapacağımız konusunda bize rehberlik etmesi her zaman bir "sezgisel boyut" içerir.
Genetik kodlarımız, yetiştiğimiz aile, topluluk ve toplum, içinde bulunduğumuz dünyadaki "ötekiler" ile olan ilişkilerimiz "sezgilerimizi besler".
İnsan gelenek ve görenekle taşınan, aile ,okul ve dini kurumlarla beslenen, kitle iletişim araçları ile biçimlenen sezgileri "ilkeler, kurallar ve yasalarla" sınırlayabilir; ama tümünden yok edemez.
Afrika atasözünde dendiği gibi, "…insanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma!" demek,sezgilerin etkisindeki davranışların olabileceğini kabullenmek, öngörme ve önlemleri ona göre tasarlama anlamını taşır. Davranışlarımız ve tututumuz "bilinç düzeyinin, yoğunluğunun ve derinliğinin" çok temel bir göstergesidir. Bu düzey bizi "alışkanlıkla değil analizle düşünme" noktasına taşır. Daha nesnel değerlendirmeler yapabilmemizin önünü açar.
Bilinç düzeyimizin yükselmesi, önyargıların, yerleşik doğruların, kalıp düşüncelerin ve kör inançların mevzi yitirmesidir.
Ezberlerimizi bozarak, gelişen olay ya da olgulara uygun "alternatif tepki biçimleri" üretebilmemiz için sezgilere gereksinim vardır; ama sınırları, aklın ışığını karatmama koşuluyla…
4.Bilgi "dönüştürülen enformasyon" dur: Bir enformasyon, herhangi bir işi "yapabilmenin" aracı haline gelmişse, artık "bilgi" olmuştur. Bir uçağın nasıl uçurulabileceğine ilişkin enformasyonunuz olabilir. O enformasyonun "bilgiye" dönüşmesi, uçağı uçurup, tekrar sağlıkla yere indirilebilmesidir.
Enformasyon bir iş, bir eylem ve bir sonuç yaratıyorsa bilgiye dönüşmüştür.
Dilimizde enformasyonun en yakın karşılığı "malumat" dır.
Malumatfuruş olmak bir iş,bir özelliktir;ama yarattığı sonuçlara bakılması gerekir.
Malumatlar iş,aş, barınacak konut, yaşam kolaylığı sağlamanın araçları ise bilgiye dönüşmüştür; tek başına "malumat hamalı" olmak çağımızda değerini de, önemini de anlamını da yitiriyor.
5.Anlamanın bileşenleri sezgi, bilgi ve farkında olmaktır: Varsayımlar bir "olgu" haline gelmemişse, bir "zihni model" bağlamında "kurama" dönüşmemişse, olay ya da olguları tam ve bütünlük içinde "anlamamız" da "anlatmamız" güçleşir.
Anlama derinliğinin bileşenleri veriler, enformasyon, sezgiler, bilgiler ve farkında oluştur.
Yaşam, sonsuz büyüklük ile sonsuz küçüklük arasındaki bir dengedir.
Howking'in dediği gibi, insan zihninin içinde özgür olduğu için farklıdır.Büyük sorular sormamızın önünde hiçbir engel yoktur. Mesela zamanda yolculuk yapmak mümkün mü?Geçmişe bir kapa açabilir miyiz ya da geleceğe kestirme bir yol bulabilir miyiz? Doğanın yasalarını "zamanın efendisi" olarak kullanabilir miyiz? Benzer sorular, bilgi düzeyi artan, anlama alanı genişleyen, ayrıntı dinamiklerini yakalayan, analiz ve sentez gücünü geliştiren insanlarda çoğalır.
birbirinin aynısı olan çok az şey vardır. Yakından bakıldıkça farklılıklar ortaya çıkar. O nedenle "bilinç oku" sonsuz büyük ile sonsuz küçükteki ayrıntılara ulaşabilmek için iki yönlü ilerler.
"Şeytan ayrıntıda saklıdır" sözünün arkasında yürüyerek bilinç veriyi, enformasyonu, bilgiyi, sezgiyi, farkında oluşu kullanarak "anlama" düzeyini yükseltir; anlama alanını genişletir.
Sonuç olarak bilinç, şeylerin varlığı, gerçekliği, algılama düzeyi ve tanımlanmasıdır. Bilinç, ölçme gücümüzü artırır; kontrol alanımızı genişletir. Bu açıdan bakıldığında insan ve sermaye kaynaklarının yönetiminin özünü "bilinçli tutum" oluşturur.
Bilincin geliştirilerek sürdürülebilmesi, sürekli gözlem, veri tabanının genişletilmesi, enformasyon ağının yaygınlaştırılması, açık ve gizli bilgi düzeyinin yükseltilmesi, ayrıntı dinamiklerinin farkına varılması, bütün bunlar arasındaki karşılıklı-bağımlılık ilişkisinin kavranması yani "anlama" düzeyin ulaşılmasına bağlıdır. Bu "sürdürülebilirlik" için hem gerek şartları hem de yeter şartları bize anımsatır.Biz bilincimizi, rekabet gücü yaratabilecek bir anlayışla besliyor muyuz, beslemiyor muyuz? Eğer besliyorsak, o zaman yaşamın bir başka dinamiğini daha merak etmeliyiz:Birikimi, bakış açısını ve bilinci kullanarak, "buluşlarla farklılık yaratma" yolunda nasıl ilerleyebiliriz…