Bilimsel düşünce "inovasyonun" ana rahmidir

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

 

 
 
İnovasyonun makro ölçekli yönetim uygulama bağlamlarına ilişkin düşüncelerimizi sürdürüyoruz. Bir önceki yazıda, örgütlenme, demokrasi, inisiyatif, açıklık, eleştiri, özeleştiri, değer ve onura saygı, tepeden inmeci anlayış, gözetim ve denetim gibi anahtar kavramlar bağlamında inovasyon iklimi yaratmayı irdelemeye çalıştık. Denememizin bu bölümlünde inovasyonun makro ölçekli yönetim bağlamlarını, "bilimsel düşünce, bilim uygulamaları, sosyal alanı ve yaşam koşullarını genişletme, ahlakı değerlerin uyumu, hukuk sistemi ve yaşamın bütün alanlarında derinliğine yenilenme" gibi anahtar kavramlar çerçevesinde istiyoruz.
Bilimsel düşünce ve bilim uygulamalarına saygılı olma. Yaşamı etkileyen karar ve kurumların temel yönlendiricisi birikim, bilinç ve bakış açısıdır. 
 
Maddi ve kültürel zenginlik üretmenin gerek şartlarından birinin de "inançtan düşünceye geçme " olduğunu biliyoruz. İnanç özgürlüğü alanı ile düşünce özgürlüğü alanlarının sınırlarını belirlersek, bu iki alanın birbirlerine baskı yapmalarını sınırlar, her iki alanının de kendi mecrasında akışını sağlayabiliriz. İnanç ve düşünce özgürlüğü alanlarının netleştirmesi, çevrimizi daha nesnel analiz ederek, fırsat ve tehlike analizlerini yapmamızı kolaylaştırır.
 
Bilimsel düşünce, değişmeleri anlamamızın ve alternatif tepki stratejileri geliştirmemizin temel aracıdır. Bilimsel düşüncenin önündeki en büyük engel, siyasi ve hiyerarşik kökenli olanlarıdır. İçte ve dışta meydan okuyan değişmelerle yüzleşmeyen toplumlarda, köklü değişmelerin gereksizliğine inanılan kültürlerde "icat çıkaranların görüşleri" gerekli desteği bulmaları zorlaşır. Tersine aykırılıklar tehlikeli ilan edilebilir; düşünce kemikleştirilir; yetkiyi elinde tutanların görüşlerine karşı çıkışlara yaptırımlar artırılabilir .
 
Bizim kültürümüzde gelenekleri aşırı değerlendirmenin sakıncası Mevlana'nın, " İki yol var her insanın önünde/ Kolay arar gelenekte, dininde/ İçindeki sese kulak verirse eğer/ Farklı anlam bulacaktır derinde" sözünde saklıdır. İçimizdeki sese kulak verme, kendi içimizdeki şeytana baş etme niyetinin göstergesidir. Kendimizle başa çıkmanın en etkili yolu içimize yolculuk yapmadır. Kendimizi sorgulama, karşılaştığımız olay ya da olgular karşısında aklımızı bir inanca, bir ideolojiye, yerleşik doğruya, kalıp düşüncelere teslim etmeden, neden-sonuç ilişkilerini nesnel biçimde analiz yeteneğine sahip olmamız, yaratmak istediğimiz sonuca bizi götürecek olan güvenilir yoldur.
 
Bilgi Toplumu aşamasının temel eğilimlerden biri de "dönüştürücü inovasyon"dur. Bu temel eğilim, toplumun bütünü karşılaştığı olaylara, olgulara, malzemelere, oluşumlara "farklı bakmayı" gerektirir. Bilimsel düşüncenin özü, belli varsayımlara dayalı bir kuram oluşturma, o kurama göre genellemeler yapmadır. Varsayımlar ve onlara dayalı kuramların insanın kendi zihin yapısının sonucu olduğu, geçerliliğini her zaman yitirebileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Bilimsel düşüncenin varsayım üretme, zihni model oluşturma ve modeli sürekli sorgulamaya dayanan dinamiğini, inanç alanının mutlak doğruları ile sınırlarsak, insan düş gücünün inovativ katkısını azaltırız. Bilimsel düşünce bilim uygulamalarını yaygınlaştırmadan, toplumun içselleştirilmesini sağlamadan yenilik yaratmanın çeperlerini zorlamadan, son çözümlemede insan yaşamını kolaylaştırıcı yararlar üretmeden anlamlı hale gelemez. Bilimsel anlayışa ve bilimsel kurumlara devletin son halkası gibi bakma alışkanlığı bu özellikleri nedeniyle tehlikelidir ve kırılmalıdır. Küreselleşme süreci bilim kuruluşlarının daha fazla özerkliğe, daha az bürokrasiye ve daha çok serbest olmaya ihtiyaçlarını artırıyor. Araştırmacıların daha az memur, daha çok yaratıcı olması sağlanmazsa  inovasyon toplumun derinliğine kök salması mümkün olmuyor.
 
Sosyal alanı genişletme ve yaşam koşullarını iyileştirme. İnsanlar doğdukları andan itibaren bir ailenin, sokağın, okulun, devlet kurumlarının, dini kurumların, işyerlerinin, eğlence-dinlence yerlerinin vb. bir dizi "sosyal alan" içinde yaşamaya başlar. Sosyal alan ne kadar genişlerse, öğrenme alanı da o kadar genişler. Tıpkı mavi baştankara kuşlarında olduğu gibi… Grup halinde dolaşan mavi baştankaralar İkinci Dünya Savaşı sonlarında ağızları alüminyum folyo ile kapatılan süt dağıtım şişelerini gagalarıyla delmesini kısa zamanda öğrenerek ve bir birlerine görgüyle öğrenerek, kapı önünde bırakılan süt şişelerini delip sütleri içebilmiştir. Tek başına dolaşan ardıç kuşları ise süt şişelerini delmesini öğrenememiştir. Bu öğrenmenin sosyalleşme boyutunu gösteren ilginç bir örnektir .Bu nedenle bilgi-odaklı bir zenginlik üretim süreci olan yeni dünya düzeninde toplumsal alanının genişletilmesi ile yaşam koşullarının iyileştirmesi arasında doğrudan ilişkiler giderek daha sıkılaşmaktadır.
 
Öğrenme, yaşam sürecinde karşılaştığımız sorunlarla nasıl başa çıkacağımızın araçları ile bizi donatır. Eğitim ise, tükettiğimiz mal ve hizmet alanlarını genişletir. İnsanların sosyal alanı genişledikçe, sorunlarla nasıl başa çıkacağına ilişkin araçlara ihtiyaçları artar. Tüketim kalıplarına farklı ürünler girer, kendisine uygun olanları seçerek "yaşamam zenginliğinin" çeperlerini zorlar.
İnsanların belli alanlara yoğunlaştığı kentleşme süreci, yaşam alanlarını genişlettiği gibi, yaşam koşullarını iyileştirme talebini artırır. Orta sınıfın yükselmesi, yaşam koşullarını iyileştirme talebini artıran bir başka güçlü etkendir. Daha değişik mal ve hizmet talebi kendi arzını yaratır; insan yaşamını kolaylaştırmaya dönük üretim teknikleri, ürün ve iş yapma tarzı gibi araç ve yöntemlere ilişkin buluşları ve yenilikler de artar.
 
Sosyal alanı genişletme ve yaşam koşullarını iyileştirmenin iki gerek artı vardır: Dışa ve dünyaya açılma. Dışa açılma, ürettiğiniz mal ve hizmetin bulunduğunuz ülkenin dışındaki bütün ülkelerde satılabilir kalite ve maliyete sahip olmasıdır. Dışa açılma, sadece mal ve hizmeti satabilme, dünya açılma da başka kültürleri anlayarak onlarla işbirliği yaparak maddi ve kültürel zenginliğin alanını genişletmedir.
 
Küresel çağda tehlikeli olan toplumsal algı "kapalı toplumların" test edilmemiş değerlere aşırı değer yüklemeleridir. Uzun zamandır "kapalı toplum" olarak yaşandığında, kendi yoğurt yeme tarzımı en doğru, hatta tek doğru olduğuna inanılır; bu durum bizi, başkalarının yoğurt yeme tarzlarını yadırgama noktasına taşır . Bir toplum ne kadar açılır, çok odaklı üretim ve çok kültürlü yönetim aşamasına geçerse, o denli farklı olay ya da olgularla yüzleşir; çeşitliliğin zenginliğini kavrar ve inovatif gelişmeleri yaratma için enerjisini odaklanabilir.
 
Çağımızı yönlendiren eğilimlerden biri olan "dönüştürücü inovasyonun" toplum tarafından içselleştirilmesi, yaşam tarzı haline getirilmesi için sosyal alanın genişlemesinin önündeki engellerin kaldırılması gerekir. Yaşam alanının genişlemesi, yaşam koşullarının iyileştirilmesi talebini yükseltir; talep de kendi arzını yaratarak gelişmenin önünü açar. 
Güven yaratan hukuk sistemini içselleştirme. Dönüştürücü inovasyonun rekabet gücü yaratmanın odağına yerleşmesinin bir başka nedeni de, küreselleşme ile birlikte karşılıklı-bağımlılık ilişkilerin daha sıkılaşmış ve süper bağımlılık dönemine geçilmesidir. Artan bağımlılık ilişkilerinin öne çıkardığı temel ilkelerden biri olan "eşdeğerlilik ilkesi" günümüzde ticaretin kalbine yerleşmiştir. Eşdeğerlilik ilkesinin ne olduğunu kavrayabilmek için uzun bir alıntı yapalım :
 
"Modernleşme, tarımsal ekonomideki geleneksel kurallara dayalı ticaret yerine, eşdeğerlilik ilkesine dayalı ticarete geçiştir. Malların modern ticaretin konusu olabilmesi için, piyasada çeşitli mal ve hizmetlerin değerinin serbestçe belirlenmesi gerekir. Öyle ki, alış-veriş işleminin her iki taraf için verimli olabilmesi, her an için her mal ve hizmetin diğer mal ve hizmetler karşısındaki değerinin bilinmesine bağlıdır(…) Modern ticaret sisteminin işlemesi için mal ve hizmetlerin eşdeğerliliğinin yargı organlarınca, gerektiğinde zorla kabul ettirilmesi gerekir. Bu da arkasında, sözleşmelerin herkes için bağlayıcılığı ilkesini getirir. Bu sadece yasalar ve yargı sisteminin modernleşmesini değil, kanun önünde eşitlik ilkesini de beraberinde getirir. Vatandaşların kanun önünde eşitliği ilkesinin kabulü kaçınılmaz olarak bütün siyasal sistemi, devlet organlarının kuruluş ve işleyişini modernleştirir".
Geleceği, piyasa sisteminin "görünmez eli" ile "yönetişimin görünün elini" dengeleyen kuruluşlar, kurumlar, topluluklar ve toplumlar yaratacaksa, aklı sadece piyasanın görünmez eline emanet etmemek gerekiyor. Toplumu yönetmenin de kaynak kullanımında çok olumlu etkileri olduğu ortada. Toplumun yönetmenin temel araçları da "işleyen kurumlara" sahip olma… Kurumların işleyişini düzenleyen, insanların yüz yüze birincil ilişkiler yerine anonim ikincil ilişkiler aşamasına geçmesi.
 
Büyüyen ve devasa boyutlara ulaşan kentleşmeye dayanacak olan geleceğin rekabeti ciddi bir hukuk düzenine dayanmak zorunda.
 
Kentlerde gelişmeye başlayan yaratıcı sektörler de hem dışa ve dünyaya açılmayı, hem de karşılıklı-bağımlılık ilişkileri "serbest", serbest olduğu kadar "adil" piyasa sistemi ile desteklemeyi gerektiriyor. Serbest ve adil piyasa sistemi yaratıcı yeniliklerin önünü de açıyor. Bu nedenle, toplumsal düzenin işleyişi, toplumun yaratıcı insanlarının zihinsel açılımını kullanmalarının güvencesi olarak büyük önem taşıyor. Bireylerin, toplulukların ve toplumların rekabette "şans eşitliğini güven altına alan hukuk sistemi" inovasyonun gelişmesinin iklimini yaratmada olmazsa olmaz koşullardan birini oluşturuyor.
 
Ahlaki değerlerin uyumlandırılması. Kültürlerin süreç içinde doğup evrim geçirdiklerini biliyoruz. Kültürler nesiller boyu hiç değişmeyebilir. Kültür değiştiğinde ise güçlü etkiler yapar. Değişme "referans sistemini" değiştirir, anlam bir sonraki nesillere devredilir . Özellikle son yıllarda iş dünyasında "dürüstlük inisiyatifleri" geliştirildi. Bir dizi "ahlaki değer" öne çıktı: Başkalarının hakkına saygı, dürüstlük, adil davranma, yasalara uyum, sosyal yükümlülükleri üstlenme, hizmet sunma, çeşitliliğe saygı gösterme, topluma katkıda bulunma vb. 
 
Ahlaki değerlerin kavranışı ve yaşama yansıtılmasında "yasalara uyum stratejisi" ve "dürüstlük stratejisi" gibi uygulamalar giderek toplumun derinliklerinde yer bulabiliyor  . Bu deneme kapsamında bizim yapmak istediğimiz genelleme şöyle: Ahlaki değerler zaman içinde değişir; toplumun bu değerleri özgürce tartışarak ,değerlerin günün koşullarına uyumlu hale getirmesi, özgür düşünce yaratıcı katkıyı motive eder. Son çözümlemede, toplumun yenilikçi ve yaratıcı potansiyeli kullanılır ve rekabet gücü artar.
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar