Bilimin o güzel romantik dönemi, günümüz verileriyle birleştirseniz yeni

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]




Geçen hafta aslında alışagelmiş olduğumuz için, bırakın sorgulamayı farkına bile varmadığımız tezahürlerden bahsettim. Bu duruma ilişkin tıbbın da sorgulamadığı örneklerle devam edelim. Döküntüyle seyreden kızamık, kızamıkçık gibi hastalıkları aşılamanın giderek yaygınlaşması nedeniyle çok daha az görüyoruz. Her bir hastalığın döküntüsü kendine özeldir. Virüslerin kanda serbestçe dolaştığını var sayarsak, döküntülerin neden birbirinden bu kadar farklı gerçekleştiğini açıklamamız gerekir. Çocuk hastalıkları disiplini açısından döküntünün biçimi karakteristik bir klinik bulgudur, ancak dağılımın neden farklı olduğu konusunda kimsenin ayağı yere basan bir teorisi yoktur. İşin daha garibi, suçiçeği virüsü çocuklarda döküntülü hastalık tablosu yaratırken, erişkinlerde çoğumuzun tanıdığı zonaya neden olur. Zonanın özelliği ise sinir hatlarını takip etmesidir. Uçuk dediğimiz hastalık ise ya ağız kenarındadır ya da genital bölgededir, strese girince çıkar, normale dönünce geçer. Sözün özü, bu durumların aslında "güzel olan basittir" ilkesiyle pek açıklanabilirliği yoktur.

Geçtiğimiz cuma günü İstanbul Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı'nın Polonya ile ortak gerçekleştirdiği toplantıda "tıbbın romantik döneminden" bahsediliyordu. Hiç "tıbbın romantizmi olur mu" diye sormayın, elbette olur, bu rasyonalizm öncesi dönemdir (1). Rasyonalizm olayları matematikleştirerek açıklama, o şekilde bir mantığa oturtma eğilimindedir. Dekart'la ortaya çıkan Kartezyen akım, karmaşık olayları en basit parçasından başlayarak bütüne doğru açıklayabileceğini ileri sürer. Oysa kızamığın döküntü biçimi virüsün vücutta bulunmasıyla nasıl açıklanamıyorsa, gülün yaprak biçimi de aynı şekilde açıklanamaz. Rasyonalizm biyoloji alanında doruk noktasını DNA (yaklaşık 50 yıl önce) ve genlerin keşfiyle yaşadı (İnsan Genom Projesi de on yıl önce tamamlandı), ama bana göre aynı zamanda da sonlandı, çünkü değil var oluşa, formun gelişimine bile ışık tutamadı.

Desen, onu oluşturan çizgi ve renklerden çok daha farklı bir şeyi anlatır

Romantizm elbette sadece tıp alanında yaşanmadı, bizim daha çok felsefeci-yazar olarak tanıdığımız Goethe, aynı zamanda botanikçiydi (2). Var oluşun açıklamasına pek soyunamadı, ama buradan elde ettiği bilgileri kullanarak duygu uyandırabilecek derinlikte eserler vermeyi başardı. Romantizmin sonlanmasının bir nedeni elbette insanoğlunun olayları mantıksallaştırma-matematikleştirme merakıdır. Ne var ki yaşayan bir varlığın izlediği yollar besbelli düz mantığa tabi değildir, daha farklı biçemler izlemektedir. O halde kabul etmeliyiz ki romantizmin çok iyi tasvir ettiği desen (pattern) onu oluşturan renk ve çizgilerden farklı bir anlam içermektedir. Rasyonalizmin bitme noktası dediğim de budur, elde teknik imkanlar sayesinde sadece DNA'nın değil, proteinlerin yapı taşları, nasıl sentezlendikleri de öğrenildi, ancak asla bir çıkarıma gidilemedi. Desenin anlamını nasıl renk ve çizgilerle açıklayamıyorsanız, yaşamı, sağlık ve hastalık durumunu da bunlarla açıklayamıyorsunuz.

Müzik temel olarak yedi nota ve beş ara ses üzerine oturur. Piyanoda da çalsanız, kemanla da verseniz tını farklı, ama ses aynıdır. Bunları sıra ve zaman kavramı içinde kullanarak melodiyi oluşturursunuz. Eseri belli gamlar üzerine kurarsınız, sonunda sizi derinden etkileyen bir müzik ortaya çıkar ve piyanonun tuşlarının ya da kemanın tellerinin ve tınılarının çok ötesinde bir şeyi anlatır. İnsanı derinden etkileyen bir oratoryoyu, bir semaiyi tuş, tel ya da notayla açıklayamazsınız. Peki, nedir onlar, neye dokunmaktadır? Üstelik bunu senfoni ile de gerçekleştirebilirsiniz, arabeskle de başarabilirsiniz. Ne anlattığı önemlidir, görkemli konser salonlarında ya da minibüs teyplerinde çalınmalarının polemik yaratmak dışında bir önemi yoktur. Hatta bana göre maharet çok daha "cigerden" giren kaliteli arabeski esas duygusunu kaybettirmeden senfonileştirebilmektedir, çok zordur. İfade etmek istediğim de budur, yani içrek olan (Batıni, ezoterik). Bütün bunları "insan aklı alamaz" diye reddedip kolaya kaçmak da var, başka bir desene oturtup daha kullanışlı sonuçlar elde etmeye çalışmak da bir seçenek.

Akıl serbest bırakılırsa, yorum farklılaşır

Buradaki esas yanıtlamamız gereken soru şu, romantik dönemden bu yana, rasyonalizm (ve teknoloji) sayesinde elde edilen bilgilerle daha fazlasını söylemek mümkün mü? Elimizde işe yaramaz bir bilgi kirliliği ve kağıt çöplüğü mü var, yoksa doğru okumayı başarırsak daha başka bir bakış açısını bulabilir miyiz? Bu bana göre mümkün görünüyor, bıkmadan okursanız, okuduklarınızı başka gözle yorumlarsanız, gözlemin en basit kuralı "benzerlikler üzerinden" düşünürseniz farklı bir yoruma varmanın da mümkün olduğunu görüyorsunuz. Bu arada, elbette çok hoş tesadüflerle (kısmet mi desem), bambaşka alanlarda (süt, yoğurt, NBŞ, tavuk, GDO vb.) okumaya başladığınızda, sadece yeni dostluklar değil, yeni olasılıklar da geliştiriyorsunuz. Bir doktor olarak bir gıda mühendisinin bakış açısına sahip değilsiniz, bir veterinerle biraz daha fazla kesişme alanınız var, ama esas onların neler yaptığını ve başardığını okuduğunuzda, tıpta yazılanların bütününü okusanız erişemeyeceğiniz ufuk genişlemesi yaşıyorsunuz. Ana yöntem (ve aynı zamanda ana sorun) "aklı serbest bırakmak". Çünkü en modern donanıma sahip olduğuna inanmış disiplinler bile aklı serbest bırakmakta zorlanıyor, varsayımları koşulsuz kabullenmekle başlıyorlar işlerine. Haydi, gelin aklı şaşırtalım, yeni bir yan patika açalım.

Kaynaklar: (1) Moerman D. Medical romanticism and the sources of medical practice. Complementary Therapies in Medicine 1998; 6: 198-202. (2) Claben-Bockhoff R. Plant morphology: The historic concepts of Wilhelm Trol, Walter Zimmermann and Agnes Arber. Annals of Botany 2001; 88: 1153-1172.
Önemli not: Çalıştığım yerde geçtiğimiz hafta, YÖK üzerinden bir soruşturma gönderildiği bildirildi. Soruşturmanın süt konusunda olduğu söylense de, detayları konusunda hiçbir bilgi verilmedi, nedenini de anlamadım. Nasıl bu sütunda yazdıklarım ve medyada söylediklerim paralel olmalarına karşılık "ayrı mecralarsa ve harmanlamıyorsam", söylediklerimin de çalıştığım kurumla doğrudan ilişkisi yoktur. Dahası, endüstrileri kaynak temini ve dağıtım yolları konusunda cesaretlendirmeye çalışırken süt ve tavuk konularına özellikle bir daha değinmedim. Nitekim gördüm, bir süt firması sokaklara koyduğu ayaklı afişlerle, bakkalda günlük süt satıldığını müjdeledi, müteşekkirim. Aynı duyarlılığı soruşturmayı isteyenlerden de beklerim, çünkü anlattıklarımda titre değil, bilgiye tabiyim.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar