Bilimde adlandırmanın önemi, isimlerin kendilerini aşan ifadeleri

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

 

 

 

Okuduklarım ve onların ışığında düşündüklerim tıp konusunda "farklı bir bakış açısı" daha yakalanabileceğini göstermekte. Bu saptamamın birinci nedeni "doğanın kendine özgü bir mantığı olduğu" şeklindeki vargım, ikincisi bugüne dek yapılmış adlandırmalarda takip edilen düşüncenin bunu olanaklı kılmasıdır. Bu kez ikincisini açıklayayım. Adlandırma tanımladığı şey konusunda genellikle en uygun düşünceyi yansıtır, çünkü "kanaat" ifade eder. Kimya gibi çoğunlukla insan buluşu olan bir alan söz konusu olduğunda, moleküllere bir sistematik çerçevesinde isim vermek mümkündür. Oysa biyoloji ya da tıp gibi bir alanda verilen isimler genellikle onu ilk koyanın düşünce sistemiyle şekillenir. Bu şekillenme tahmin edeceğinizden çok daha önemlidir, zira isimle atfedilen kavram, o düşünceye sahip olmayanların kafalarında aradan on yıllar geçse de yaşar. Bilimsel adlandırmalar insanların adlandırılmalarından farklıdır. İnsanların adlandırmaları (aile ya da din büyüklerinden kaynaklanan adları saymazsak) daha çok soyut kavramlar üzerine kurulur; mesela Leyla gece güzeli demektir, ya da Zeynep babasının mücevheri anlamına gelir.

Adlar genellikle düz anlamlarından çok daha fazlasını anlatır

Oysa mesele biyolojik bir kavram olduğunda durum değişir, isim her ne kadar kavramla özdeşleşmeye başlasa da, zaman içerisindeki gelişmeler kavramı eksik ya da tamamen farklı hale getirebilir. Bu durumun pratik örneğini hemen bütün protein adlarında görürüz. Örneğin insülin pankreastan salgılanan ve kan şekerinin düzenlenmesine yardımcı olan çok önemli bir hormondur. Pankreasın Langerhans "adacıklarının" beta-hücrelerinden salgılanır. İnsülinin adını veren kavram çok büyük olasılıkla "adacıklardan gelen hormon" olmasıdır (insula, islet, island aynı kökten gelen diğer kelimelerdir). Oysa insülin kelimesi hormonun işlevini yansıtmaz, ikinci adı olan "amilin" ise hemen hemen hiç kullanılmaz. Aynı adacıklardaki alfa-hücrelerinden salgılanan glukagon, nişastanın hayvanlardaki formu olan glikojenden ihtiyaç durumunda glikoz serbestleştirmesini sağlar, bu isim işleve daha uygundur. Ne var ki yaşayan canlı gibi son derece karmaşık bir sistemde araştırma yapanlar, ilk bulunan isimlerin daha sonra bir miktar boşlukta kaldığını görürler. Beyinde yapılan araştırmalar, sindirim sistemi araştırılırken yıllar önce tanımlanmış olan bütün hormonal proteinlerin orada da mevcut olduğunu göstermiştir. Mideden salgılanan bir maddenin beyinde de olması, ama tamamen farklı işlevlerde bulunması genel anlayışı birden karıştırır. Mide beyne ne görünüm ne de kıvam açısından hiç benzemezken, moleküllerin bu kadar ortak olması şaşırtıcıdır. Oysa isim o konuda çalışan bilim insanlarında ilk konulduğu şeyle ilişkilendirildiğinden, bu aklı tutsak hale getirir, aklın serbestleştirilmesi gerekir.

Bugün için belirleyici olan Amerikan bilim düşüncesinin adlandırmalar konusundaki zaafı özel isimlerin çıkarılması şeklindedir. Bilimin ikinci yükseliş dönemi olan Avrupa aydınlanma hareketi bugün kullandığımız kavramların pek çoğunun adını da koymuştur, ancak daha çok onu ilk tanımlayanın özel ismiyle anılır. Amerika'nın eğilimi, adlandırmada bu tür özel isimlerin terk edilmesi yönündedir. Bu durum tamamen hatalı olmayabilir, ancak bazen isim kavramlar yumağının bütününü kastettiğinden, ortadan kaldırılırsa ortaya çıkan boşluğu yeni bir isim koyarak dolduramazsınız.

Adlar bazen ortak kültürel kökeni de çağrıştırır

Adlandırmada erişebildiğim bütün kaynakları kullanmama rağmen açıklayamadığım durumlar da bulunmakta, esas zor olan bu isimlerin neden seçilmiş olduğunun açıklanmasındadır. Mantıklı örneği vererek anlatmaya çalışayım, insanın kafatası birinci omurga kemiği (atlas) tarafından taşınır, ikinci omurga kemiğinin (aksis) uzantısı üzerinde döner. Mitoloji dikkate alındığında bu durum mantıklıdır, Atlas'a gönderme yapar. Oysa aynı omurganın kalça kısmında yer alan sakruma gelindiğinde (bel omurların altındaki, leğenle ve birbirleriyle kaynaşmış omurlardır, kuyruk sokumuyla devam eder) durum karışır. Çünkü sakrumun anlamı "kutsal kemiktir", bu adın neden seçildiği bilinmemektedir (belki yeni canlının oluşumunun hemen bu kemiğin arkasındaki boşlukta gerçekleştiği düşüncesi). Karın zarı 'omentum'un adı kehanetten gelir, iç yüzeyi döşeyen sölom sela kelimesiyle yakın benzerlik gösterir, sela Osmanlıca-Türkçe sözlüğe göre cenin kılıfı demektir. Ancak ilginç diğer nokta, kelime kökenleri (etimolojik veriler) Latinceyi garip bir biçimde Arapça, Farsça gibi Ortadoğu kökenlerine bağlar. Zaman geçer, uygarlıklar dağılabilir, ama konulan adlar yaşar, çünkü kimse adları ortadan kaldırmaya çalışamaz, yerine konulabilecek başka bir şey yoktur. Adlar ve kökenleri tarihin farklı okunması gerektiğini de anlatır. Benim vardığım çıkarım şudur; bundan çok önceleri, bir zamanlar bir şeyler daha farklı bir gözle, ama yine de biliniyormuş. Aradan geçen felaketler ve savaşlardan sonra gerekçeler unutulsa da isimler konuldukları gibi durmuş. Üstelik adların anlamları incelendiğinde, İbni Sina, Aristo, Platon ya da Leonardo'nun doğaya bakışı bugüne göre çok daha mantıklı görünmekte.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar