Beyoğlu'nda olanlar
Geçtiğimiz hafta gazetelerde, televizyonlarda ve internet sitelerinde görmüş veya bizzat tanık olmuş olabilirsiniz. Beyoğlu ve Asmalımescit'te içkili mekanlarda masalar sandalyeler polis destekli belediye ekipleri tarafından karga tulumba kamyonetlere atılıp kaldırıldı. Bu operasyon, öylesine büyük bir acele ve öfkeyle gerçekleştirildi ki, sokakta içkisini yudumlayıp sohbet eden insanların önündeki masalar, altlarındaki sandalyeler zorla çekilip alındı, insanlar itilip kakılıp terörize edildi. Ne alınan masanın, sandalyenin, saksıdaki çiçeğin tutanağı tutuldu, ne de işletmecilerin elindeki işgaliye ruhsatlarına bakan oldu...
İstanbul'da yaşayanlar iyi bilir; Taksim'le Tünel arasında İstiklal Caddesi ve tüm yan sokakları, aşağı yukarı son 20 yılda İstanbul'da eğlence sektörünün önemli merkezlerinden biri haline geldi. Ancak yanlış anlaşılmasın, Beyoğlu ve çevresi hem eğlence kültürü, hem entelektüel kesişme noktası, hem de bu coğrafyada bohem yaşam tarzını filizlendirme ve barındırma açısından yüzyılları aşan bir tarihe, geleneğe sahip. 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla Rum vatandaşlarımızın Beyoğlu'ndan ve Türkiye'den uzaklaştırılması, buraları kısa süre içinde bir sosyal çöküntü bölgesi haline getirdikten sonra 1970'ler, 1980'ler boyunca Beyoğlu daha çok yeraltı dünyasının jargonuyla anılan, sıradan insanların pek de uğramadığı bir alan olarak kaldı. 1980'lerin sonunda ise İstiklal Caddesi ve çevresinde başlayan kıpırdanma, bu bölgede ileriki yıllarda bir eğlence endüstrisinin oluşacağının işaretlerini veriyordu. Melih Cevdet Anday'ın 1985'te "Eski Pera'yı, Osmanlı Beyoğlu'sunu yeniden kuramasak da temiz bir caddeye kavuşabiliriz. Beyoğlu Belediyesi'ne başarılar diliyorum. Aman ellerini çabuk tutsalar da ölmeden görsek yeni Beyoğlu'nu" dediği bölgede, 1990'ların başında bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki kafe-bar türü eğlence mekanı sayısı bugün iki binlere ulaştı, Beyoğlu bölgesi binlerce kişinin çalıştığı, her akşam yerli yabancı on binlerce kişinin akın ettiği, yalnız Türkiye çapında değil, küresel çapta bir marka haline geldi. Enis Batur'un deyimiyle anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğdu ve elbette ki olumlu olumsuz pek çok yönüyle ve pek çok da sorunuyla bugün gördüğümüz, yaşadığımız "endüstriyel eğlence bölgesi" görünümüne kavuştu.
Beyoğlu Belediyesi ve Çevik Kuvvet'in Beyoğlu-Asmalımescit sokaklarını bomboş bırakan operasyonlarını protesto etmek için geçtiğimiz çarşamba günü kalabalık bir basın açıklaması gerçekleştiren Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği (BEYDER) Yönetim Kurulu Üyesi Aydın Kalaycı, Beyoğlu Belediyesi'nin başlangıçta, kapı önlerine masa koymak için işgaliye ruhsatı olmayan işletmelerin masalarını kaldıracağını söylediğini, ancak daha sonra işgaliye ruhsatı olsun olmasın tüm masaların zor kullanılarak kaldırıldığını söylüyor. Üstelik de hiçbir açıklama yapmadan... Kalaycı ısrarlı aramalarına rağmen Beyoğlu Belediye Başkanı ve başkan yardımcılarının telefonlarına mukabele etmediğini, sorunun görüşmeyle çözülebilecek bir sorun olmasına rağmen belediyenin görüşmeden ısrarla kaçındığın belirtiyor.
Peki, "Beyoğlu" dediğimizde ekonomik olarak ne kadar bir büyüklükten söz ediyoruz? Tabii bölgede faaliyet gösteren iki bin civarındaki işletmenin yıllık toplam cirolarının milyar seviyesini çok çok aştığını tahmin etmek zor değil. Sokağa koyulan her masa için işletmeler Beyoğlu Belediyesi'ne 40-60 lira arasında bir işgaliye bedeli ödüyorlar. Aydın Kalaycı'nın tahminine göre ödenen bu işgaliye bedelleri aylık 4-5 milyon liraya, yıllık 50-60 milyon liraya ulaşıyor. Beyoğlu bölgesinde yalnızca eğlence sektöründe yaratılan istihdam ise işletme başı ortalama beş kişi hesabıyla 10 bin kişiye ulaşıyor. Sokak masalarının kaldırılması uygulamasından yaklaşık bin 500 işletmenin etkilenebileceği düşünüldüğünde, yaklaşık 7 bin 500 kişilik bir çalışanın bu uygulamadan zarar görebileceği tahmin ediliyor.
Şimdi bir düşünelim; İstanbul'da hiç de düşük olmayan kira bedellerini göze alarak bir işletme açıyorsunuz, işletmenizde hizmet sürekliliğini sağlayabilmek için belirli sayıda insanı istihdam ediyorsunuz, yaz ayında, turizm sezonunda işlerin yoğun olacağını varsayarak kapınızın önüne masa koymak için belediyeye başvuruyorsunuz, bunun için masa başına 40-60 lira ödüyorsunuz ve bir gün belediye zabıtaları gelip masalarınızı sandalyelerinizi hiçbir açıklama yapmadan, hiçbir tutanak tutmadan zorla alıp götürüyor. Yalnız zorla almakla kalmıyor, müşterilerinizin önünden tabağını bardağını, altından sandalyesini çekiyor, çevik kuvvetle birlikte ortamınızı, müşterinizi terörize ediyor, ayrıca sizi de sözlü olarak tehdit edip gidiyor.. Bir hafta on gündür işletmeniz iş yapamıyor, adeta fiilen kapalı ve kapalı olduğu her gün zarar hanenize kim bilir kaç para yazıyor...
Şimdi de "Beyoğlu'ndeki barlar insanlara yürüyecek yer bırakmıyorlardı, ortalık sıkışıklıktan tacizden geçilmiyordu, iyi olmuş" diyenleri duyar gibiyim.
Elbette her şeyin bir sınırı var. Sokağa atılan masanın da, kalabalığın da, müşteriye gelen hesabın da... Ancak bunların hiçbiri denetlenemez, bir çeki düzen verilemez konular değil. Bunların hiçbiri işletme sahiplerinin bedelini ödedikleri masaların kamyonlara atılıp götürülmesinin, müşterilerin zabıta ve polis tarafından tacize uğramasının bir mazereti olamaz. Unutmayalım ki, kalabalık bir sokağa gidenler, zaten o sokak kalabalık diye oraya gidiyorlar. Unutmayalım ki, o sokağı kalabalık hale getirmeyi başaranlar insanlara bir şeyler sunabildikleri, insanların gözünde mekanlarını çekici hale getirebilmeyi başardıkları için para kazanabiliyorlar. Daha da önemlisi Beyoğlu, bu kalabalığıyla dünyanın dört bir yanından gelen insanları kendine çekip bir marka haline gelmeyi başarabiliyor. Şimdi ise birileri bu markanın kurucu unsurları olan müşterileri ve işletmeleri buradan kovmaya, kaçırmaya çalışıyor. Üstelik de yasal olmayan, usule aykırı bir şekilde...
Belediyenin bu uzlaşmaz tutumu, uygulamanın şekli, zabıtanın şiddeti ve arkasında geçerli hiç bir açıklama olmaması, benim gibi birçok kişinin gözünde, "yaşam tarzı dayatması" olasılığını ister istemez güçlendiriyor.
BEYDER'den Aydın Kalaycı, Beyoğlu'nda yaşanan durumu, "Belediye kimsenin malı değil. Bugün o koltuklara birileri oturur, yarın başkaları. Biz her durumda belediye ile anlaşırız, ama bugün bize cevap verilmediği gibi zabıtalar da adeta işgal kuvveti gibi davranıyor" sözleriyle özetliyor ve uygulamanın Beyoğlu Belediyesi'ni aşan bir iradeyle yapıldığını belirtiyor.
Belki hatırlarsınız; 2010 Eylül ayında Tophane Boğazkesen Caddesi'nde bir sanat galerisinin açılışı sırasında yaşanan saldırıyla ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Hiç kimsenin Anadolu'nun bir kasabasında yaşadığı hayat tarzını İstanbul'a dayatmaya hakkı yoktur" demişti. Şu anda Günay'ın dediği yaşam tarzını Beyoğlu Belediyesi zabıtaları ve İstanbul çevik kuvvet polisi Beyoğlu'na dayatıyor. Bu konuda Beyoğlu Belediyesi bir açıklama yapmadığına göre Turizm Bakanı Günay'dan bir açıklama beklemek herhalde hakkımızdır değil mi?