Beşiktaş’ta transfer dönemi neden kötü bitti?
Milletçe çalışma alanında kurumsallığı benimsemekte zorlandığımız bir gerçek. Mühendislik eğitimi alıp bir süre de bu alanda çalıştığımdan gayet iyi biliyorum. Bizde mühendis diplomalı çalışanlar “oturduğu yerden maaş alıyor” kaygısıyla sahaya inmeye ve deyim yerindeyse ustabaşılık yapmaya çokça zorlanır. Bilhassa emek yoğun sektörlerde kimi zaman bu rahatsızlık had safhaya ulaşır. Dillerden emekçi kelimesi düşmez ama emeği satmakla fikri/tecrübeyi/bilgiyi satmanın farklı bireysel gelişimleri gerektirdiği hiç düşünülmez. Çalışanlar bir koltukta taşıyabildiği kadar karpuzu yüklenmeye mecburdur. Bence günümüz Türkiye’sinde katma değer üretme konusunda yaşanan sıkıntıların ana sebeplerinden biri de budur. Oysa gelişmiş ülkelerde, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde bilim insanlarına her yıl milyonlarca dolar sadece hayal güçlerini çalıştırmaları için ödenir. Bugün kullandığımız pek çok teknolojinin temelinde de ufkuna gem vurulmamış hayalperest bilim adamlarının yenilikçi fikirleri yatar. Bu durumun oralarda kimseyi rahatsız ettiğini de sanmıyorum.
Yazının girizgâhı pek futbolla alakalı olmadı ama ben bugünkü yazımda kulüplerin kurumsallaşma sıkıntılarına Beşiktaş örneğinden yola çıkarak değinmek istiyorum. Fikret Orman basına, “Önemli bir yarışa giriyoruz. Bu yüzden fedakârlık yapacağız. Ön libero bölgesine 1 ya da 2 transfer daha yapacağız.” demecini verdiğinde transfer döneminin bitmesine yaklaşık üç hafta vardı. Uzun maratonda Atiba’nın sakatlanma olasılığını düşündüğünüzde göreceğiniz tablo yüzünden, bu demeç sonuna kadar haklı bir düşünceyi anlatıyordu. Geçen yılın yirmi beşinci haftasından bu yana maça çıkmamış, üstelik sezon başı hazırlık kampını kaçırmış Veli, ne süratte sağlığına kavuşursa kavuşsun eski etkinliğine erişmesi hayli zaman alacak. Tolgay ise maalesef bu sezonu ıskalamış gibi görünüyor. Bu nedenle Beşiktaş’ın orta alanda kadrosunu takviye etmesi elzemdi. Kaleci ve stoper konularında da göze batan bir ihtiyaç vardı ama kaynaklar kısıtlı olunca nitelikli transfer yapmak hayli zorlaşmıştı. Bugün transfer döneminin bitmesiyle görüyoruz ki, siyah-beyazlı takım söz konusu üç bölgeye de transfer yapmadı, yapamadı. 84 günlük sürenin sonuna doğru taraftar infial halinde tepki gösterince, bu kez ortaya Şenol Güneş dedikoduları yayıldı. İddialara göre Şenol Güneş transfer gereken bölgeleri söylemesine rağmen futbolcu ismi telaffuz etmiyor, yönetimi de zora sokuyordu. Pardon ama Şenol Güneş isim isim liste vermek zorunda mıydı? Tıpkı yazının girişinde verdiğim örnekte olduğu gibi mühendisleri ustabaşı yapan zihniyet neden Şenol Güneş’ten scout olarak yararlanmak istiyordu? Sizin bu gibi durumlar için kurduğunuz ve gayet güzel işleyen sisteminiz, neden Önder Özen ile birlikte rafa kalktı? Giuliano Terraneo, Fenerbahçe’de bankamatik memur muydu yoksa bu yıl gerçekleşen transferlerin mimarı mıydı? Her şeyden önce İbrahim Altınsay ve Önder Özen’i şahsi reklam konusunda kendilerinden rol çaldıkları düşüncesiyle kulüpten kaçıranların transferi ellerine yüzlerine bulaştırmaları sürpriz miydi? Açık konuşayım, Beşiktaş’ın 2015-2016 kadrosundan İbrahim Altınsay’ın, Önder Özen’in ve menajer Ahmet Bulut’un geçmiş çalışmalarını çıkarın, elde kalanlarla dehşete düşersiniz.
Şenol Güneş, 30 yıla yaklaşan teknik direktörlük kariyerinin hiçbir döneminde dış ligleri yakından takip eden, bireysel özellikleriyle birlikte oyuncuları bilgi dağarcığında bulunduran bir hoca olmadı. Kendisinin bu özelliğini eleştirebilirsiniz ama gerçek şu ki, bunu yapmak zorunda da değil. Elbette dış dünyaya daha fazla açık olması onun lehine olurdu ama kendisini Beşiktaş’a bağlayan profesyonel sözleşme A takım çalıştırıcılığını kapsıyor. Kurumsal bir kulüpte, potansiyel transfer hedeflerini futbol direktörlüğü departmanının hazırlayıp dosyalaması gerekirdi. Eğer, Şenol Güneş hem isim telaffuz etmiyor hem de muhtemel transferler hakkında kesin hüküm veremiyorsa, bu noktada futbol direktörü inisiyatif kullanıp listenin mümkün olan en üst sırasındaki oyuncuyu getirir ve sorunu çözerdi. Ne yazık ki, yazımızın başından bu yana anlatmaya çalıştığımız sistemsizlik, Beşiktaş taraftarının endişeden uzak biçimde maç izlemesine engel oldu. Dahası İngiliz yayın kuruluşu BBC, “Beşiktaş, daha önce evet dediği şartları son gün değiştirmek istediği için Victor Valdes’in transferi gerçekleşmedi” şeklinde haber yaparak kulübün Avrupa’daki itibarını da zedeledi. Siz resmi sitenizden istediğiniz kadar aksi yönde açıklama yapın, BBC demek “Avrupa kamuoyunun genel algısı” demektir.
Evet, bir yanda Beşiktaş’ın kaynak da yaratmışken 84 günde devri âlem yapıp eksiklerini kapatamaması, diğer yanda İlhan Cavcav’ın iki haftalık teknik direktörünü kovarken, “Bir milyon euro verip kaleci aldım adam oynatmıyor yahu” serzenişi. Sanıyorum Türk futbolu ifrat ile tefrit arasında böyle gidip geldikçe kulüplerimizin kurumsallaşması da yalnızca süslü cümlelerde kalacak.