Beşiktaş'ın denklemi iki bilinmeyenli

Cem TOP
Cem TOP SPOR ANALİZ cem.top@dunya.com

Beş haftasını geride bıraktığımız ligimizde İstanbul takımlarının çarçabuk zirveye yerleştiklerini görüyoruz. Her ne kadar 34 hatta 40 haftalık bir projeksiyon yapmak için vakit çok erken olsa da oynanan futbolun kalitesi ele alındığında play-off'a kadar uzanacak süreçte görüntünün az-çok korunacağı kesin gibi. Bu düşünsel teoreme en zıt görüntüyü veren ekip ise Beşiktaş. Siyah-beyazlıların lider Fenerbahçe'ye sadece 3 puan uzaklıkta ve beşinci sırada olduklarını söylerseniz kısmen haklısınız ancak 11. basamakta bulunan Sivasspor'un Beşiktaş'a 3 puan mesafede olduğunu belirtmek de mümkün. Elbette ki, bahsettiğim durum sadece takımların puan tablosundaki yerlerinden ibaret değil. Bu köprünün altından daha çok sular geçecek ve sezon sonunda sadece bir takım ipi göğüsleyecek. Benim bu girizgâhı yapmaktaki amacım, siyah-beyazlı ekibin futbol anlamında verdiği nahoş görüntü yanında bu tablonun rötuşlanacağına yönelik bir ipucu bulunmaması. Oynadığı beş karşılaşmada 3 galibiyet, 1 beraberlik ve bir mağlubiyet alan Beşiktaş topladığı puan itibariyle başarısız değil. Ancak ilk hafta Eskişehir deplasmanında alınan yenilgi, üçüncü haftada Bursaspor önünde gelen mucizevî galibiyet ve son olarak Gaziantep'te gördüğümüz performans düşüklüğü alarm mahiyetinde. Naçizane fikrim, yapılması gerekenin teknik direktör Carlos Carvalhal gibi 10 puana sevinmek yerine takımdaki arazlara çözüm aranması gerektiği yönünde. Beşiktaş'ın teknik patronu aslında bu futbolla (özellikle deplasman maçlarında) 10 puanı topladığı için sevinmekte haklı ancak testi kırılmadan yol göstermek de bizim vazifemiz.

Gaziantep'te 9 kişi kalarak beraberliği kurtaran Beşiktaş'ın kârda olduğunu söyleyenlere şahit olduk. O Gaziantepspor'un beş haftada sadece Beşiktaş'tan puan aldığı, bu maça kadar oynadığı her 45 dakikada ortalama bir gol yediği ve 5 maçta 2 gol atabildiği görmezden gelindi. Sizi bilmem ama bence Beşiktaş ayarındaki bir büyük takım maç 11'e 11 oynanırken çoktan işini bitirmeliydi, Bursa'da 3 puanı mucizelere bırakmamalıydı, Eskişehir'den başı önde dönmemeliydi. Aslında futbolun içinde bütün sonuçlar var ama en azından bu saydıklarımın hepsi bir arada yaşanmamalıydı. İzlediğimiz kadarıyla siyah-beyazlıların kondisyon açısından bir sıkıntıları yok. Takımın mücadele sonuna kadar sahada diri kalabildiğini görüyoruz. Öyleyse, ya kadro kalitesi sorunlu ya da kenar yönetim. Teknik direktör Carvalhal, özellikle Stoke City deplasmanında oyuna müdahaleleri konusunda epey eleştiri almıştı ki, bence bu eleştiriler büyük oranda gerçekçiydi. Portekizli teknik adamın sahada oynanan futbola göre kafasında takımı şekillendirmesi ve bu doğrultuda oyuna müdahale etmesi gerekiyor. Oysa bugüne kadar çizdiği profilde Carlos Carvalhal, oyuncu değişikliği için tabelanın değişmesini bekler bir görüntüde. Çoğunlukla 4-3-3 ya da 4-2-3-1 düzeninde sahaya yayılan Beşiktaş'ta en temel problem; maç başında neredeyse santra çizgisine basan stoperlerin son 15-20 dakikayı ceza sahası ön çizgisinde çakılarak tamamlamaları. Bir başka deyişle rakipleri, maça hücum yönünde başlayan Beşiktaş'ı 70-75 dakika zarfında sürekli olarak geriye doğru itiyor. Bu durumun sebeplerine yönelik bir fikir jimnastiği yaptığınızda iki kritik mevkide iki önemli sorun göze çarpıyor. Bunlardan birincisi Almeida'nın yokluğunda hücum hattının rakip yarı alanda topa sahip olacak etkinliği gösterememesi. Fiziksel özellikleri itibariyle Almeida tipinde bir santrfor izlenimi veren Edu, hantal görüntüsü ve ağır temposu nedeniyle orta alandan yapılan servisleri "takımın yarı alana yerleşmesine yetecek kadar süre" oyunda tutamıyor. Her iki kanatta hücumcu olarak görev yapan isimlerden; Simao formsuz, Quaresma zaman zaman bencil, Holosko savruk, Mustafa ise büyük takım acemisi. Hali hazırda bu dört isimden en iyilerinin Mustafa Pektemek ve Quaresma olduğunu da belirtelim. Böylesi bir tabloda alternatif bir yol olarak, pas trafiğinin arttırılması ve çok pas yaparak rakip yarı alana yerleşilmesi gündeme gelebilir ki, Beşiktaş'ın yapmak istediği de bu. Ancak Beşiktaş maçlarında gördüğümüz gerçek, siyah-beyazlıların zaman zaman "topa sahip olma" ve "başarılı pas" istatistiklerinde rakiplerini ezmelerine rağmen sıfıra yakın gol pozisyonu ile oynamaları. Tezat gibi görünen bu gelişmeyi açıklamak aslında basit çünkü istatistiklere başarılı pas olarak yansıyan alışverişlerin neredeyse yüzde 95'i yan ve geri paslardan oluşuyor. Bu durumda da analizimize konu ikinci mevki gündeme geliyor: "playmaker".

"Modern futbolda '10 numara' ve 'playmaker' kavramları tarihe gömüleli çok oldu." derseniz haklılık payınız var. Günümüz futbolunda Fernandes gibi teknik beceriye ve atletik yeteneklere sahip merkezi orta sahalar her kilidi açan anahtar görevi görüyor ancak bir şartla: takımın yapılanması da bu tip futbolcuların dilinden anlayacak şekilde olmalı. Galatasaray'da Fatih Terim'in benzer şekilde kullandığı Selçuk İnan en yakın örnek. Tabi bir de "demode" diye tanımlamaktan hicap duyacağınız Alex De Souza örneği var ki, takıma katkı anlamında belki de dünya futbolunun gidişatına tek başına kafa tutan nadir futbolculardan. Beşiktaş'ın elinde yetenekleri ve yapabilecekleriyle Alex De Souza'ya çok yakın bir futbolcu var: Guti. Ancak Guti'nin de profesyonellik anlamında Alex'in yanına bile yaklaşması söz konusu değil. Halbuki; Beşiktaş'ın rakip yarı alanda topla oynayamama, gol bölgelerinde varlık gösterememe ve topa sahip olamama sorunlarının ilacı bu tip bir futbolcuda. Guti'ye sırtını dönmesi sebebiyle Carlos Carvalhal'i eleştirmek çok mümkün değil çünkü Guti gibi yaşayan futbolcuları kadroya almak bazen tüm takımı kaybetmek anlamına da gelebilir. Neticede "takım içi disiplin" de futbolda nihai sonuca etki eden önemli faktörlerden. Kısacası, rakip kaleye mümkün olduğunca yakın oynayan formda bir Guti ile Beşiktaş'ın iki vites birden yükselmesi mümkün. Guti'nin olmadığına ve bundan sonra da olmayacağına kanaat getirirseniz, yapılacak tek şey takım içi alternatiflere yönelmek. Veli Kavlak süre aldığı maçlarda şimdilik etkisiz bir görüntü çizmişti. Simao'nun formsuzluğuna yukarıda değindik. Genç ve ümit vaat eden futbolculardan Burak Kaplan henüz forma yüzü göremedi. Değerini bir gecede beşe katlayıp efsaneleşen(!) Julio Alves'in mevkisi bile tartışılmakta. Hal böyleyken tüm yükün Fernandes'in omuzlarına verilmesi normal de Fernandes'ten hem ara paslarıyla asist yapmasını, hem duran topları kullanmasını, hem şutlarıyla rakip kaleyi tehdit etmesini, hem orta sahada kene gibi yapışmasını hem de savunmaya destek vermesini beklemek normal mi? Beşiktaş'ın problemi iki bilinmeyenli denklem gibi; hedef santrfora X, playmaker pozisyonuna Y dersek, X ve Y değerini bulduğunda siyah-beyazlıların problemi de çözülecektir. Transfer döneminde olmadığımıza göre bu denklemi çözmek de Carvalhal'in işi.

Avrupa liglerinden haberler

·Premier Lig'e çok kötü bir başlangıç yapan Arsenal, yaz döneminde kadrosuna katmayı başaramadığı Rennes'in yıldızı Yann M'Vila için Ocak'ta yeni bir teklif sunmayı planlıyor. Yaz döneminde önce Cesc Fabregas'ı Barcelona'ya, daha sonra da Samir Nasri'yi Manchester City'ye satan Menajer Arsene Wenger, M'Vila için Rennes ile görüşmüş ancak transfer gerçekleşmemişti.

·Dizindeki sakatlık nedeniyle bu sezon hiçbir resmi maçta Real Madrid forması giyemeyen milli futbolcumuz Nuri Şahin'den sevindirici haber geldi. AS gazetesinin haberine göre, kulübün sağlık ekibi Nuri'nin 16 Ekim'deki Real Betis maçında oynayabileceğini düşünüyor. Teknik direktör Jose Mourinho da hafta başında Nuri'nin milli maç arasından sonra takıma geri döneceğini umduğunu beyan etmişti.

·Geçen pazar kendi evinde Napoli'ye 3-0 yenilen Inter'e ceza yağdı. Serie A yönetim kurulu teknik direktör Claudio Ranieri'ye devre arasında hakeme hakaret ettiği için bir maç hak mahrumiyeti cezası verirken, ilk yarının sonlarına doğru kırmızı kart gören orta saha oyuncusu Joel Obi'ye de bir maç ceza verdi. Taraftarın maç sırasındaki davranışları nedeniyle Inter'e kulüp olarak 8,000 euro, maç içindeki olaylar nedeniyle kaptan Javier Zanetti'ye ise 1,500 euro para cezası kesildi.

·Almanya Milli Takımı'nın deneyimli santrforu Miroslav Klose, Gerd Müller'e ait olan milli formayla en çok gol atma rekorunu kırmak istediğini açıkladı. Bild'e açıklamalarda bulunan Klose, "Milli takımdaki rekoru bu hafta kırmak istiyorum. Önümüzdeki iki maçı da kazanmak istiyoruz. 10'da 10 yapmak tek hedefimiz." şeklinde konuştu.

·Sezon başında Avrupa'nın önemli kulüplerinden transfer teklifleri alan Lyon'un başarılı kalecisi Hugo Lloris, kulübüyle olan sözleşmesini 2015 yılına kadar uzattı. Fransa Milli Takımı'nın kadrosunu da koruyan 24 yaşındaki oyuncu, 2013'te bitecek sözleşmesini iki yıllığına uzatan sözleşmeyi imzaladı.

·Ajax'ın yöneticilerinden Johan Cruyff, boşta olan sportif direktörlük görevine kulübün eski oyuncularından Marco Van Basten'i getirmek istiyor. Van Basten, 2008-09 sezonunda Ajax'ı ve Euro 2008'de Hollanda Milli Takımı'nı çalıştırırken Cruyff tarafından ağır bir biçimde eleştirilmişti. 46 yaşındaki Van Basten'in önümüzdeki günlerde Ajax'ın teklifine yanıt vermesi bekleniyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Derbi kadar zor 03 Mart 2016
Düğüm çözülecek mi? 25 Şubat 2016
Skandalın daniskası 23 Şubat 2016
Maçın şifresi: Savunma 18 Şubat 2016
Öp Quaresma’nın elini 16 Şubat 2016
Taktik savaşı 11 Şubat 2016
Maça geç kaldılar 09 Şubat 2016
Ciddiyet şart 02 Şubat 2016