Ben kimim?
Memnun bir Muhafazakar mı yoksa Kaygılı Modern mi? Koyu bir Muhafazakar mı yoksa Özgürlükçü Modern ya da Yılgın Demokrat mı? Kayıtsız Şikayetçi miyim, Mazbut bir Kanaatkar mı?
Anlam ifade ediyor mu? İlk anda çok ilginç geliyor, sonra önce kendinizi ardından tanımladıklarınızı gözünüzün önünden geçiriyorsunuz. Bu kadar çok bölünme önce şok ediyor sonra bir dakika deme ihtiyacı hissediyorsunuz. Soru işaretleri çoğalıyor.
Siz kimsiniz?
Yakın hissettiğiniz bir grup var mı aralarında… Olsa iyi olur çünkü bizi bu gruplara göre ayırma eğilimi, en azından şimdilik geçerli.
2019 model DNA
Türkiye’nin DNA’sını çıkarmışlar. İşin garip yanı ya tanımı yanlış kullanıyoruz, ya biz tanımı kendimize uyduruyoruz. Derslerde DNA’yı sabit kalıtsal doğuştan gelen bir özellik olarak tanımladılar. DNA’yla oynamaya yeni yeni başladık. Başımıza da gelmeyen kalmadı. Neyse, Türkiye’de olan biten beni şaşırtmıyor. Sabit olduğunu sandığım DNA’nın biz Türklere gelince döneme göre değiştiğini duyunca da diyecek sözüm yok. 2019 model Türkiye’yi kağıt üzerinde ve veya laboratuvarda tanımlamakta sorun yok. Sorunum kişisel sanırım ben bu kadar tanımın yalnızca kafa karıştırdığını düşünmüyor, aynı zamanda işleri de karıştırdığına inanıyorum.
Ya hepsiysem?
Ben aynı anda memnunsam, özgürlükçüysem, her şeye rağmen yılgınlıklarım varsa, şikayetçiysem, kanaatkarsam ve modernsem ama aynı zamanda muhafazakar ve mazbut da sayılırsam ne olacak? Ben mi Türk değilim, Türkiye mi benden değil… Ne olacak şimdi…
Araştırma
Speed Medya tarafından çeşitli araştırmaların derlendiği Türkiye'nin DNA'sı 2019 başlıklı bir rapor yayımlandı. Rapor, Türkiye'de birbirinden farklılaşan 7 temel toplumsal küme olduğunu belirtiyor. En kalabalık grup ise toplam nüfusun yüzde 23,7'lik kısmını oluşturan Memnun Muhafazakarlar. Raporda ilginç veriler var. Derlenmiş toparlanmış haliyle pek çok veriyi bir arada bulmak çok işime yarıyor. Ama iletişim ve medya özel danışmanlık seanslarımda zaman zaman karşımdaki üst düzey yönetici şaşırıyor. Ben medya eğitimi yapacağımızı sanmıştım, sen bana sürü sepet araştırma analiz ve yorum veriyorsun, ben bunları ne yapacağım diyen gözlerle bakıyor…
Kendimizi ve karşımızdakini tanımadan iletişim kuramayız. İletişim mekanik değil yaşayan bir çalışmadır. Bunun için farklı açılardan çeşitli bilgilere ihtiyaç vardır. Ama bu kadar karmaşık bilgiye de pes doğrusu diyorum! Yapılan tüm iletişim ve ona bağlı içerik çalışmasının bir amacı, bir sonucu olmak zorunda. Aksi halde kahve sohbeti oluyor. Verdiğimiz her mesajın gideceği yer yaratacağı etkiyi öngörmek ve sonunda da etkisini hesaplayabilmek için sözlerimizi, kelimelerimizi, vücut dilimizi ölçülü kullanmak zorundayız.
Madem öyle, hadi devam edelim bakalım bu Türkler nasıl bir grupmuş, kimlik özelliklerini biraz daha deşifre edelim;
Yaşlanıyoruz
Bugünlerde dünyanın en büyük 19’uncu ülkesiyiz. Biz böyleysek, 20’nci sıradan sonrasını düşünmek dahi istemiyorum. Bir zamanlar çoluk çocuk sayılacak kadar “ufak”tık. Genciz biz diye övünürdük, artık ortalama yaşımız 32. Olgun.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Yaş otuz beş yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider... mısralarını anımsatmak isterim. Tıpta gelişmeler sayesinde uzun ve sağlıklı ömür sürebiliyoruz artık.
Yaşlı nüfusumuz şimdilik ve kısa bir süreliğine küresel ölçekte görece düşük. Ama endişeye mahal var; yaşlı nüfusu hızla artıyor. Onlarla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Adeta yaşlanmaktan muaf tutulmuş sanıyoruz kendimizi. Teknolojiye adapte olamıyorlar, finans sisteminin dışında kalıyorlar, iletişim kanalları onları yok sayıyor, güzel zaman geçirecek hiçbir olanakları yok. Park bahçe, bir avuç yeşil dahi yok. Dertlerini anlamıyor empati kuramıyoruz. Sonra da ortaya Türkiye’nin mutsuz ama kanaatkar nüfusu çıkıyor. Kanaat etmesin de ne yapsın dersiniz?... Orson Wells’in, “know what it is to be young, but you don’t know, what it is to be old…” şarkı sözlerini mırıldanan yok mu aranızda?
Çocuksuz Ülke
Nüfusumuzun dörtte biri çocuk. Nüfusun içindeki gerçek çocukların sayısı düştükçe, onların yerini alan büyük çocuklar ortalığı karıştırıyor olabilir mi? Düşünsenize hiç çocukluk yaşamadan büyümüş kart çocuklar, çocukça hareketlerle hayatımızı mahvediyor. Ya daralan gerçek çocuk nüfusumuz? Onları hiç anlayamıyoruz. Lütfen dikkat nüfusun içindeki çocuk sayısı hızla düşüyor.
Genç az
Gençleri mi merak ettiniz?… Sağdan bakın, soldan bakın nüfusun yüzde 15’ini ancak topluyorlar. Bu ülkede ne çocuk ne genç, bir de kadın olmaya gör mutlu azınlıkta değilsen yandın. Bir kaçış yolu var tabii; önlenemez biyolojik büyüme! Çocuk ile genç kaçınılmaz büyüyor. Bir tek kadın tutsak kimliğine! Bana kalırsa Türk kadını mutsuz - yılgın - kanaatkar.
En zengin çok zengin
İstanbul, Ankara, Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli en zengin iller. Türkiye’de en zengin gelirin neredeyse yarısını alıyor. Şaka değil, ülkenin ürettiği gelirin yarısı! Bu kadarı da olmaz diyeceksiniz.
Boşanıyoruz
Hala evlenenler var! Ama hızla boşanıyoruz… Şaşırdık mı? Tek başına yaşayanların sayısı ile çekirdek aile artıyor. Mutlu değiliz. Tespitlerden biri de bu! Neden niye diye sormaya gerek yok bence. Araştırma maliyetlerini boşuna şişirmeyelim derim.
Tek yaşayan ata erkil
Tuhafız ya… Çekirdek aile artsa da bireyler özgürlüğe koşsa da ailenin reisi erkek diye tutturuyoruz. Ben kimim diye boşuna sormadım size? Tabi siz de alacaksınız bu sorudan nasibinizi. Bu ne perhiz bu ne turşu diyesim var.
SOSYAL SORUMSUZUZ
Bir başka turşu da yardımlaşma. Hiç yardımsever olmadığımızı düşünmüşümdür, algı dedikleri bu olsa gerek bir misafirperverlik muhabbetidir gider. Misafirperverlikle yardımı karıştırırız. Net tespit, değiliz. Firmaların yardımı da çoğunlukla inanmayan tanıtım hevesinin ötesine geçmiyor. Yardımsever bir avuç insan ve kurumu tabii ki tenzih ederim. Bütüne bakmamız gerek.
Çevre bilincimiz yok
Çevre bilincimiz yerlerde sürünüyor, ajandamızda dahi değil. Kültür radarımıza girmiyor. Boş zamanımız varsa dizi izliyoruz ya da AVM’ye gidiyoruz. Tabii bir de uyku var… onsuz olsa daha fazla dizi izleyecek, daha fazla AVM’ye gideceğiz ama gün yetmiyor.
Sözde yerel-şeffafız
Araştırmanın bir kısmı var ki, inancımı silip süpürdü. Gözlerimizi yerele çevirmişiz sözde. Neye bakarak İstanbul seçimleri (!) Şeffaflığı benimsemişiz, yetmez kişisel verilerle ilgili kaygıya kapılmışız… Size inandırıcı gelmiş olabilir, bu DNA ise bu kadar değişmez. Araştırmanın bazı sonuçları bana göre laboratuvarda elde edilmiş. Sanırsınız İsveç halkıyız.
Bakın İsveç, Norveç, Danimarka değiliz ama trendlere uyuyoruz, hatta trendsetter durumumuz var. Milliyetçilik artışta, göçmenlere tahammülsüzlük çıkışta. Nefret söylemini sakınmadan sarf etmek ata sporumuz olmuş. Bunun için sahaya çıkıp araştırma yapmaya gerek yok, her gün sokakta görüyoruz.
TV ve AVM
Televizyon mecralar arasında en sevdiğimiz, internet yaşadığımız semtin adı. Unuttuklarımız arasında gazeteler var. Kim vefasızlıka suçlayabilir ki… Haber vardı da biz mi okumadık! Sosyal medyaya merakımız yüksek. Herkes gözünü kırpmadan telefonuna bakıyor. Bence fiziken, mutsuz, kaygılı, muhafazakar, kanaatkar – sanalda, sosyal, modern… patlıyor ya da kopuyoruz!...
Ben kimim? Ya siz?