Ben de bir Rönesans çocuğuymuşum!

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Rönesans dönemine hep hayranlık duydum; o yüzyılda yaşamamış olmayı, meselâ Leonardo, Michelangelo, Raphael ile tanışamamayı  şansızlık olarak gördüm. Onları atelyelerinde izlemeyi, şaheserlerine tanıklık etmeyi o kadar isterdim ki… Tabii ki bu duygu ve düşüncelerim değişmedi, değişmeyecek, ama…

Ama, geçtiğimiz günlerde Zorlu Holding’in ana sponsorluğunda, Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde açılan Barbican Centre’ın yarattığı Digital Revolution sergisini gezdikten sonra “ben de bir Rönesans çocuğuymuşum!” diye mırıldanırken yakalayıverdim kendimi: 

“Meğer biz de bir devrimin ortasında yaşıyormuşuz da fark etmiyormuşuz!”

Devrim mi?! Evet, dijital devrim… Veya dijital Rönesans.

1970’lerde başlıyor. Yani tam aklımın ermeye başladığı senelerde. İstanbul Teknik Üniversitesi’ne gelen ilk bilgisayar hep hatırımdadır. Bir oda büyüklüğündeydi ve ancak, delikli kartlarla işlem yaptırmak mümkündü. Bugün ise bizi sesimizden tanıyan avuçiçi kadar olanlarını kullanıyoruz, bu devrim değil midir?

Doğrusu bu (d)evrimi içinde yaşarken fark etmek, pek kolay değil; hele bilgisayarlarla doğan nesillerin anlaması epey zor. İşte bunun için, serginin “Dijital Arkeoloji” bölümü epey yararlı. Sergilenen ilk bilgisayarlar, ilk bilgisayar oyunları, Commodore’lar, Apple’lar ve daha birçok ürün, hem nostalji, hem de etnografya müzesinde geziyormuş duygularını uyandırıyor. Dijital devrimin tarihöncesi yılları da diyebiliriz serginin o bölümüne…

2010’lara geldiğimizde sanatçıların, film yapımcılarının, mimarların, tasarımcıların, müzisyenlerin ve oyun geliştiricilerin sınırları zorlayan çalışmalarından karşılaşıyoruz sergide.

Unutmadan neredeyse bütün serginin interaktif olduğunu söylemeliyim. Oyunsever ziyaretçiler, Angry Birds gibi daha yeni tarihli oyunlardan Pong ve Pac-Man gibi klasiklerle karşılaştıklarında bir define sandığı bulmuş gibi heyecanlanıyorlar. Diğer ürünlere olduğu gibi onlara da dokunmak, oynamak, sanal gerçeklikleri yaşamak mümkün. 

Ve üç boyutlu baskılar, giyilebilir teknolojiler, yapay zekâlar daha neler, neler var… Zorlu PSM'nin yeni sergi alanı Sky Lounge'da ziyaret edilebilecek sergide müzisyen-girişimci will.i.am ve Björk, "Inception" filmi ile Oscar ödülü alan görsel efekt tasarımcısı Paul Franklin ile Chemical Brothers, U2 ve Kanye West gibi isimlerin videolarının yönetmeni Chris Milk'in çalışmaları da yer alıyor. Ayrıca Umbrellium (Usman Haque ve Nitipak Samsen), Universal Everything, Yuri Suzuki, Pasha Shapiro ve Ernst Weber gibi sanatçılardan gelen yeni çalışmalar ve DevArt adlı dijital sanat işleri de sergileniyor.

Varvara Guljajeva ve Mar Canet'nin “Dilek Duvarı” meselâ… Kozaya dileğimizi fısıldıyoruz, kelebeğe dönüşüyor, avucumuza konuyor, binlerce dilek kelebeği arasına karışıyor, her şey sanal, ama bir o kadar da gerçek!

Bir kuşadam bile olabiliyorsunuz. Chris Milk’in “Hıyanet Mabedi”nden söz ediyorum, ekran karşısında kollarını hızla çırpmaya başladığınızda birer kanata dönüşüyorlar ve uçmaya başlıyorsunuz. Yeterince çırpamazsanız, kaçınılmaz son, düşüş!

Sergideki deneyimlerinin hepsini anlatmayayım; kimini bireysel, bazılarını bir grupla birlikte yaşamak daha ilginç…

Peki, dönelim yazının girişine, orada adlarını verdiğim Rönesans ustalarına: Leonardo, Michelangelo, Raphael… Onlar, eğer bugün yaşasalardı, acaba sergide gördüklerimiz gibi çalışmalara mı imza atarlardı? Yoksa klasiklerini üretmeyi sürdürürler miydi? Doğrusu buna berrak bir yanıt veremiyorum.

Ama son söz, şöyle değerlendirebilirim: 

Ben, sergiyi sanat eserleri varmış gibi düşünerek dolaşmadım; öyle bakarsanız, “bize öğretilen klasik verilerle” sanatsal olarak eksik kaldığını söyleyebilirim. 

Fakat, deneyimlediğim, öğrendiğim, keyif aldığım, yarınların ipuçlarını taşıyan pek çok şeyle karşılaştım. Matbaanın keşfinden 1970’lere geçen yüzyıllarda yaşananların katbekat fazlasına son yarım asırdır tanık olduğumun farkına varmak, gerçekten heyecan vericiydi.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar