Belki de artık çok geç!
Dün itibarıyle cari açığımız 9.8 milyar dolarla yeni bir rekor daha kırdı. Böyle bir açığın "sürdürülemez" olduğunu söylemek bile artık abesle iştigal. "Petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle açığımız yüksek, fiyatlar normalize olunca açığımız riskli seviyelerin altına gerileyecek" şeklinde bir savunma yapmak da imkansız çünkü petrol fiyatları 100 doların altına gerilese bile cari açık çok yüksek kalmaya devam edecek. Enerji ithalatını tümden dışarıda bıraktığımızda dahi, son 12 aylık cari açığın hızla arttığı görülüyor. Nitekim, enerji-dışı dış ticaret açığımız Mart ayında 5.6 milyar dolarla yeni bir rekor kırdı! Ayrıca, böyle bir hesap yapılması çok da anlamlı değil çünkü enerji fakiri bir ülke olarak petrol ve doğalgaz ithalatına son derece bağımlıyız.
Bilindiği gibi cari açıkla ilgili düzeyi kadar önemli bir başka risk unsuru da açığın finansman şekli. Mart ayında 9.8 milyar dolarlık açığa karşın ülkeye 12.1 milyar dolar resmi yollardan, 1 milyar dolara yakın bir miktar da gayri-resmi yollardan (net hata ve noksan olarak) finansman girişi olmuş. Sonuçta da Merkez Bankası rezervleri bu ay 3.2 milyar dolar artış göstermiş. Öte yandan, yüksek açığa karşın bu ay sıcak para girişleri nisbi olarak daha düşük: Doğrudan yatırımlardan 2.6 milyar dolar (bunun önemli bir kısmı Doğuş Holding'in Garanti Bankası hisse satışından gelen para) ve Hazine'nin yurtdışı borçlanmasından da 2.3 milyar dolar kaynak girişi söz konusu. Ancak bu girişlerin geçici olduğunu ve gelecek aylarda bu miktarlarda tekrarlanma olasılığının düşük olduğunu hatırlamakta fayda var.
Doğal olarak cari açıktaki dengesizliklerin ilk göstergesi döviz kurlarında görülecek bir kıpırdanma olur. Dünkü hareket ise böyle bir kıpırdanmadan daha çok beklentilerin üzerinde gelen cari açık karşısında ekonomik aktörlerin pozisyon değiştirmesinden kaynaklanmakta. Ancak, bundan öte son bir ayda da TL üzerinde bir baskı olduğu hissediliyor. Öte yandan, zayıflayan TL'nin doğal olarak Türkiye'nin rekabetçiliğini artırarak dış ticaret dengesinin düzelmesine yardımcı olacağı düşünülebilir. Ancak TL'de düşük oranlı bir değer kaybının bugünkü küresel konjonktürde ihracatımızı artırıcı etkisi oldukça marjinal olacaktır. Maalesef, bizim gibi ekonomilerde bu tip düzeltmeler çoğu zaman düzgün bir şekilde değil, paldır-küldür, yani yüksek bir devaluasyon ve krizle ortaya çıkar.
Asıl endişe verici durum ise, cari açıktaki bu menfi gelişmeyi önleyecek çok az ekonomi politikası seçeneğinin masada olması. Para politikasında Merkez'in zorunlu karşılıkları artırma politikasının istenen sonuçları vermediği artık net olarak gözüküyor. Evet, politika faizlerini ayarlamaya dayalı klasik para politikasının etkisi 6-9 aydan önce ortaya çıkmaz. Bu nedenle, bazı çevrelerce bugünkü politikanın da etki göstermesi için bir süre daha olduğu düşünülebilir. Ancak, zorunlu karşılıkları artırma şeklindeki bir para politikasının etkisinin çok daha kısa sürede görülmesi beklenir(di). Sonuçta, bankaların kaynakları zorunlu karşılıkları yatırdıkları an kısılmış oluyor. Ancak böyle bir etkiyi göremedik. (MB'nin piyasa faizlerini düşük tutma "mecburiyeti" nedeniyle 1 haftalık repo yoluyla piyasaya 50 milyar TL'nin üstünde para vermek zorunda kalmasının da bu menfi gelişmede etkisi var.) Aksine, 4 haftalık ortalamalarla bakıldığında banka kredileri Nisan sonu itibarıyle geçen seneye göre %35.6 oranında artmış durumda ki, bu 30 aydan beri görülen en yüksek artış oranı. Merkez, zorunlu karşılıklara faiz vermeyerek ve bu şekilde kârlılıklarını azaltarak, bankaları kredilerini, hem de yüksek faiz getiren ve cari açığın artmasında en çok etkisi olan tüketici kredileri gibi kredilerini artırmaya teşvik etmiş oluyor. Belki, bu şekilde bu sene MB rekor bir kâr edecek (ve temettüsünü Hazine'ye bırakarak bütçeye dolaylı bir katkıda bulunacak) ama bankalar da bu süreçte kaybettikleri kârları yerine koyma çabası içine girmiş bulunuyorlar.
Politika aracı olarak geriye kalan maliye politikası ise her ne kadar daha çabuk etki gösteren bir araç ise de, bütçenin kronik yapısal giderleri nedeniyle buradaki hareket alanı da oldukça kısıtlı. Ayrıca, sıkı maliye politikası cari açığı sınırlamada zorunlu ancak tek başına yeterli olmayan bir şart.
Son olarak da, sıcak para girişlerine vergilendirme veya karantina altına alma yoluyla tahdit getirme şeklindeki önlem kalıyor. Ancak, Hükümet'in bu önleme sıcak bakmadığı biliniyor. Ayrıca, bu tedbirin Brezilya'nın yaptığı gibi ekonomide fazla sıcak para birikimi olmadan, çok daha önce gündeme getirilmesi gerekiyordu. (İMF'nin ise bu önlemi diğerleri işlemez ise alınması gereken son tedbir olarak önermesi yanlış.) Artık sıcak para konusunda çok açıldık ve bu noktada böyle bir tedbir alınması kuşları çok fazla ürküterek, hızlı ve istenmeyen bir para çekilişine sebep olabilir.
Korkarım ki, artık yüksek oranlı devaluasyon yoluyla cari açık düzeltmesi yoluna girmiş bulunuyoruz. Böyle bir olasılığın üretim, enflasyon ve faizler üzerindeki menfi etkilerini konuşmak bile yersiz sanırım.