Belirsizlikler derinleşiyor

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Geriye doğru bakıldığında, Soğuk Savaş diye andığımız dönemin aslında savaştan uzak bir istikrar dönemi olduğu giderek berraklaşıyor. Soğuk Savaş devam ettiği sürece NATO ve Varşova Paktları arasında nükleer dehşet dengesinden kaynaklanan bir istikrar vardı. Amerika ve Sovyetler Birliği'nin sahip olduğu silahlar birbirini birkaç defa yok edecek kadar boldu.

Taraflardan birinin diğerine saldırması halinde bile saldırıya hedef olan tarafın elinde yine de karşısındakine kabul edemeyeceği kadar zarar verecek nükleer güç kalıyordu. Böyle bir durumda hasma yapılacak nükleer saldırı kendi mahvını da getirecek bir çılgınlıktan ibaretti. İki blokun mensupları dünyanın başka bölgelerinde vekalet savaşları yürütüyor, ancak Avrupa'da karşı karşıya gelmemeye çalışıyorlardı. Yine de, Avrupa'dan kaynaklanabilecek bir çatışma ihtimalini dışlamıyorlar, bu durumda hemen nükleer silahlara yönelmemek için Kıta'da konvansiyonel güçlerin bulunmasını öngörüyorlardı.

İki blokun karşı karşıya geldiği yer, Doğu-Batı blokları arasında bölünmüş olan Almanya idi. NATO açısından bakıldığında, en büyük konvansiyonel güce sahip olması ve askeri harcama yapması beklenen üyenin Batı Almanya olması gerekirken, açıkça ifade edilemeyen bir 'Almanya sorunu' bu ülkenin askeri gücünü fazla büyütmesini sınırlıyordu. Almanya, Avrupa'ya egemen olmak için iki defa dünya savaşı başlatmıştı.

İster Batı ister Doğu Avrupa'da olsun, hem yöneticilere hem halklara sinmiş bir Almanya korkusu vardı. Almanya'nın ulaştığı yüksek iktisadi başarı düzeyinin verdiği imkanları kullanarak daha fazla silahlanması istenmiyordu. Almanya da bu konuda duyarlı davranıyor; dostlarını ve düşmanlarını tahrik etmemeye çalışıyordu. Ayrıca, Almanya ne kadar silahlansa da, arkasında Amerika'nın nükleer şemsiyesi olmadan, Doğu Blokuna karşı çıkamayacağını biliyordu. Konvansiyonel gücünü çok geliştirmesi Sovyetleri durduramayacak, ama muhtemelen müttefiklerini rahatsız edecekti.

Savunma dışındaki yatırımlar Almanya'yı güçlendirdi

Almanya'nın savunma alanındaki çekingenliğinin bir faydası da, savunmasına büyük kaynak ayırmaktan uzak durabilmesiydi. Savunmaya yapılan yatırımlar iktisadi gelişme sağlamıyordu. Savunma dışındaki alanlara yönelen yatırımlar Alman ekonomisin Avrupa'nın en güçlü ekonomisi olmasını kolaylaştırdı. İki Almanya'nın birleşmesinin Federal Almanya için yarattığı külfet beklenenden çok daha kolay biçimde aşılabildi. Alman ekonomisi AB ekonomisinin lokomotifi oldu. Alman malları Amerikan piyasasında da önemli yer tutmaya başladı. Örneğin, savaş sonrası Amerika'nın egemen olduğu otomobil piyasasında Alman ürünleri öne geçti. Almanya'nın ödemeler dengesi her yıl ülkemizin dış ticaret hacmine yaklaşan fazlalar verdi.

Daha Soğuk Savaş döneminde bütçesi ve ödemeler dengesi açık vermeye başlayınca, Amerika NATO'nun Avrupalı ortaklarının ittifakın savunması için daha fazla kaynak harcamaları gerektiğini dile getirir olmuştu. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle konu bir süre ikinci plana itildi. Gündemi Doğu Avrupa ülkelerinin Batı Avrupa savunmasına ve iktisadi-siyasi entegrasyonuna dahil edilmesi doldurdu. Rusya'nın uzunca bir süre toparlanamayacağı, güvenlik sorunlarının göç ve terör gibi yumuşak tehditlere doğru kayacağı düşünüldüğünden, dikkatler bu alana kaydı. Yeni işlevler üstlenmesine rağmen, NATO'nun önemi azaldı. Günümüzde Rusya'nın güçlenmesi, hasmane ve bazen de saldırgan tavırlar sergilemesi, İttifak'ın tekrar toparlanmasına temel oluşturabilirse de, böyle bir sonuç gerçekleşmeyebilir.

İktisadi olarak AB ABD'ye ciddi bir rakip

Soruna kaynaklık ettiği izlenimi veren iktisat alanına eğilecek olursak, AB'nin Amerika açısından ciddi bir rakip oluşturduğu görülmektedir. Bu süreçte başı çeken ülke Almanya'dır. Trump yönetimi, Amerikan ekonomisinin sergilediği gerilemeyi ancak ticarete sınırlamalar getirerek durdurabileceğini düşünmektedir. Ayrıca, Amerikan bütçe açıklarını daraltmak ve uzun yıllar ihmale uğrayan altyapı yatırımlarını yapmak için de savunma alanında müttefiklerinden daha fazla katkı beklediğini ısrarla vurgulamaktadır. Avrupa'nın önder ülkesi ve AB'nin itici gücü Almanya olduğundan, talepler Almanya üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Görülebildiği kadarıyla, Trump ve Merkel'in kimyalarındaki farklar, uyuşmazlığı şiddetlendirmekte, buna karşılık Trump'ın diplomatik nezaket ötesi bir hava taşıyan tweetleri bu tatsız duruma iki ülke kamuoylarının ortak edilmesiyle sonuçlanmaktadır. Korkulan, ilişkileri telafisi güç bir mecraya doğru ilerlemesidir.

Dünyada yeni güç merkezleri oluşuyor

Acaba Trump yönetimi uzun vadede Avrupa'nın kendisine iktisadi ve siyasi rakip olmasını engellemeyi mi tasarlıyor? İngiltere'nin ayrılmasıyla sarsıntı geçiren AB'nin etkisizleşmesi mi isteniyor? Niyet buysa, Avrupa bunu önleyebilir mi? Bu soruların cevabını vermek kolay değil. Dünyada yeni güç merkezleri oluşurken, liberal demokrasiler tehdit altına girerken, Amerika ve AB'nin varlıksal bir rekabete girmesi akla uygun düşmüyor. Ama, ülkelerin kısa vadeli küçük çıkarlarını ön plana alıp, geleceklerini ipotek etmeleri görülmemiş bir olay değildir. Hatta, AB üyeleri bu düşünce kalıplarıyla hareket ettikleri için Birliğin geleceği olmadığına hükmetmek dahi mümkündür. Bunun ötesinde Birliğin ancak Almanya'nın önderliğinde gelişebilecek olması, diğerlerinde çekingenlik yaratabilir. Batı içinde bölünme ve Avrupa'nın bütünleşmesi sürecinin durması, sürecin ilerlemesinin kendisi için tehlike oluşturduğunu düşünen Rusya açısından memnuniyet verici olacaktır.

Acaba biz bu gelişmeleri nasıl karşılayalım? Şu sıralarda Almanya ile gerilimli bir ilişkimiz var. Amerika ile de anlaşmazlığımız derin ama hükümet durumu idare etmeye çalışıyor. Gelişmeleri endişe ile karşılamamız için makul nedenler var. Batı zayıfladıkça, Rusya karşısında biz de zayıf düşeriz. Avrupa'da gelişecek istikrarsızlıklar, bizim de güvenliğimizi zora sokar, iktisadi ilişkilerimizi sıkıntıya sokar. Muhtemelen şu anda aklımıza gelmeyen başka olumsuz sonuçlar da ortaya çıkacaktır. Bunlara kafa yormak gerekiyor ama korkarım biz güncel sorunlar içinde boğulduğumuzdan, geleceği tasarlayacak durumda değiliz. Halbuki, Soğuk Savaş'ın sağladığı istikrarının yerini alan belirsizlikler derinleşiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019