Belirsizlik ihtiyacı olumlu düşünmeyi engelliyor
Sürdürülebilir olmayan koşullarda çok tehlikeli olmaya başladığı için ön plana çıkarak beklentileri olumsuzlaştıran bir veya birkaç eğilimi belirsizlik yaratarak değiştirmek mümkündür. Bu yaklaşım bir süre zaman kazandırabilir, fakat sürdürülebilirlik lehine bir mucize yaratmadığı gibi sorunların farklılaşarak ağırlaşması ve kırılganlığın artması dışında bir sonuç üretmez. Özetle söylemek gerekirse belirsizlik yaratmanın orta vadedeki kırılganlığın daha da artması şeklinde gerçekleşir. Bu açıdan baktığımızda Merkez Bankası'nın son aylarda uygulamaya koyduğu yaklaşım kalıcı çözüm lehine bir adım değildir; olsa olsa sorunları ağırlaştırarak günü, kısa vadeyi kurtarma seçeneklerinden biri olabilir ve diğer alternatiflerden daha çok veya az kötü olduğu konusu tartışmalıdır. Yağmurdan kaçar iken doluya tutulma ihtimali, kontrol dışı eğilimlerdeki artış nedeniyle oldukça yüksektir.
Yakın geçmişte küresel ölçekte yaşanan bir gelişme bu açıdan ilginç bir örnek oluşturuyor. Asya krizi ile tetiklenen deflasyonist ortam bozulan ve düzeltilemeyen beklentiler nedeniyle büyüeye başlamış, Güney-Doğu Asya ve Latin Amerika'ya ilişkin endişeler artarken Rusya krizi patlamıştı, olumsuz eğilimler gelişmiş ekonomilerdeki parasal genişlemeye rağmen kontrol altına alınamıyordu. Belirsizlik ve kırılganlık yükselmiş, sistemik risk algılaması olağandışı boyutlara ulaşmıştı; standartlaşan IMF reçeteleri beklenen etkiyi yaratmıyor, delfsayonist baskıların etki alanını genişletmesi önlenemiyordu. Hem menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerleri hem emtia fiyatlarının gerilemesi bu olumsuz sürecin kendi kendisini beslemesine sebep oluyordu. Bu süreç varil fiyatı 8 dolara kadar gerileyen petrol fiyatına müdahale edildi ve yönü değiştirildi; delfasyonist baskıyı kırmak üzere bir çeşit şok yolu ile belirsizlik algılamasının yönü değiştirildi. Orta vadede oluşması beklenen enflasyon baskısını geciktirmek üzere de Çin apar topar Dünya Ticaret Örgütü'ne alındı. Bunlar 1999 yılında oldu, ABD ise 2000 yılında durgunluğa girdi. Yaklaşık 30 doları aşan petrol fiyatı ve aşırı yükselen teknoloji hisselerinin gerilemeye başlaması bu süreçte etkili oldu. Devamında ise evde yapılan hesapların hiçbiri tutmadı ve bugüne gelindi.
Ülkemizdeki koşulları tam anlamadan Merkez Bankası'nın bugün ne yapmaya çalıştığını algılamak kolay değil. Bu nedenle bir soru ile başlayalım. Genel olarak ve geleceğe bakarak Türkiye ekonomisinin durumu bugüne göre 2001 yılında daha mı kötü idi? Pek çok kişi bu soruya evet yanıtı verebilir, şahsen tam aksinin doğru olduğunu düşünüyorum. Zira on yıl öncesinde yaşadığımızın benzeri bir krize dayanma şansımız bugün için söz konusu bile değil. 2001 yılında ciddi bir sıkıntı yaşadık, devlet ve mali sistemin durumu iyice kırılganlaşmıştı, fakat vatandaşlarımızın yüzde 96'sının borcu yoktu ve zor koşullara dayanma gücü yeni bir gelecek yaratma potansiyeli yüksekti. Bugün için durum tam aksi yönde. Devlet ve mali sektör daha iyi görünüyor, fakat vatandaşın durumu uyukları kaçıracak kadar kötü, yaklaşık yüzde 40'ı borçlu hale geldiği için yeni bir krize dayanma ve yeni bir gelecek yaratma gücü tükenmiş durumda. Bir yandan olumsuz küresel koşullar, diğer yandan devlet ve mali sektör lehine kaynak transferi yaratan politikalar vatandaşı tükenme sınırına yaklaştırmış durumda. Günlük ihtiyaçlar için borçlanma ihtiyacının artması taşıma su ile değirmen döndürüldüğüne işaret ediyor. Eğer Merkez Bankası'nın son açılımı olmasa ve Türk Lirası daha da değerlense, işsizlik konjonktürel bir şekilde artmaya başladığı için sıcak para ülkemizi terketmeye başlasa bugün neleri tartışıyor olurduk?..
Adı ne olursa olsun her bir ülkedeki sistemin iyi çalışması veya kırılgan luşu öncelikle o ülke vatandaşının durumundaki değişime bağımlıdır. Ülkelerin kredi notu değerlendirmesinde öncelikle dikkate alınmalıdır. Eğer herhangi bir ülke vatandaşının satın alma gücü eriyor ve borcu büyüyor ise hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı günler yaklaşıyor demektir. Bu durum farkedildiğinde eski politikalardan uzaklaşmaya çalışmak doğaldır, ama her şeyi daha iyiye götürecek yeni poitikalar söz konusu değildir. Finansal istikrar için zorunlu kredi hacminin artmaması, bunun için de işsizliğin yükselmemesi günü kurtarmanın ön şartıdır...