Beklenti yönetimi artık işe yaramıyor…

Uğur CİVELEK
Uğur CİVELEK ARKA PLAN [email protected]

Geride bıraktığımız hafta genelinde, küresel ve yerel düzeydeki beklentilerin bir miktar daha olumsuzlaştığına tanık olduk. Riskten kaçınma eğiliminin güçlenmeye devam ediyor olması bu sonuçta belirleyici olurken, teselli arayanların hayal kırıklığı büyümeye devam etti. Gelişmekte olan ekonomilerin durgunlaşmayı sürdüreceği, kısa vadeli de olsa fiyat istikrarını korumanın zorlaşacağı ve ihmal edilen sorunlara ilişkin gerçeklerin açığa çıkacağı yönündeki endişeler etkili oldu; şimdilik panik eğilimler söz konusu olmasa da, piyasalar üzerindeki olumsuz baskılar arttı. Bu tablo, ne yazık ki gelecek açısından olumlu sayılabilecek hiçbir şey söylemiyor.

Bu aşamada küreselleşmenin hayatımıza soktuğu risk alma veya kaçınma eğilimleri ile gelişmekte olan ekonomilerdeki beklenti yönetimi kanalı ile görünümü farklılaştırma arasındaki ilişkiler üzerinde durmak yararlı olabilir. Risk alma isteği arttığında gelişmekte olanlar olduklarından çok daha iyi görünüyor, beklenti yönetiminin de katkıları sayesinde sorunların ağırlaşmasına rağmen bir canlanma yaşanıyor; paraları değerleniyor, faizleri geriledikçe varlık değerleri yükseliyor ve bilançolar güzelleşiyor. Fakat riskten kaçınma eğilimi belirleyici olmaya başladığında her şey tersine dönüyor ve ortalık karışıyor: yerel paralar değer kaybetmeye başlıyor, ekonomiye ve bilançolara ilişkin beklentiler seri bir şekilde bozuluyor. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, riskten kaçınma eğilimi söz konusu olduğunda beklenti yönetimi kanlı ile kötüye gidişi durdurmak pek mümkün olamıyor: Etkili ve yetkili kesimlerin söylem ve eylemleri olumsuz gidişi terse çevirmek adına pek bir işe yaramıyor, tam aksine geri tepme olasılığı artıyor.

Arap Baharı sonrasında, risk konusunda uzmanlaşmış fonların tercihlerini farklılaştırdığı dikkat çekiyor: emtia piyasaları açığa satılıyor ve gelişmekte olan ekonomilerdeki kaldıraçlı pozisyonlar fırsat buldukça küçültülüyor. Küresel piyasalar üzerinde belirleyici olan bu eğilimler bir yandan riskten kaçınma eğilimini ön plana çıkarıyor, diğer yandan gelişmekte olan ekonomilere ilişkin algılamaları kademeli olarak olumsuzlaştırıyor. Eşanlı olarak ülkemizde yaşanan gaz-fren tartışmalarını ve ekonomi durgunlaşırken artan enflasyon baskısını, dışarıdaki gelişmelerin izdüşümü olarak görmek gerekiyor. Bugünkü tercihleri belirleyen dış koşullar değişmediği sürece, radikal bir tercih değişiklikleri olmadan içeride düzelme beklemek pek anlamlı görünmüyor; yalnızca içeridekilerin her şeyin daha iyiye gideceğine inanarak tercihlerini belirlemesi orta vade de sonucu değiştiremez. Zira ciddi bir tasarruf açığı ve dış finansman yetersizliği var iken, iyimser varsayımların hayata geçirilmesi pek mümkün değildir.

Evet bunalıyoruz. Küresel sermayeye hesapsızca bağımlılaşmanın sıkıntılarını yaşıyoruz. Aslında, ne ekti isek onu biçiyoruz: Ne bu zincirleri kırabiliyoruz, ne de finansal sermayeyi daha fazla risk almaya ikna edebiliyoruz. Zaman tünelinden geçerek geçmişin büyük yanlışlarını düzeltme şansımız olmadığı için, sadece olası panikleri önlemeye ve yaşanacakları zamana yaymaya çalışıyoruz. Özetle söylemek gerekirse korkularımızın büyümesini önleyemiyoruz; hayallerimizden vazgeçemiyor ve gerçekleri kabullenme basiretini gösteremiyoruz. Her şeyin başına yeni kelimesi ekleyerek yeni bir başlangıç yapılamayacağını biliyoruz, fakat kendimizi ve birbirimizi aldatmaya çalışmak dışında bir seçenek üretemiyoruz. 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar