Beklemekle oluyor mu?
Yazıların kaderini başlıkların belirlediğine inanlardanım. Nasıl başlarsa o şekilde ilerliyor. Başlık yön veriyor. Bazen uzun cümleler kurarak anlatmaya çalışıp anlatmadıklarınız iki kelimenin yan yana gelmesiyle anlam bulabiliyor. O nedenle bu haftanın yazısında yukarıdaki başlığı kullanmak istedim. Zira kendi kendime son günlerde sorduğum ve yanıt aramaya çalıştığım soru bu.
Konuştuğumuz, üzerine kafa yormaya çalıştığımız başlıklarda değişiklik yok. Zaten değişmesi için de şu an içerisinde bulunduğumuz konjonktürün tersi yönde hareket etmesi gerek. Onun için de başlıkların, başlıkları oluşturan figürlerin değişmesi lazım. Kısa vadede pek mümkün görünmüyor. Başkan Trump ve yönetiminin davranışlarından anlam çıkarma çabamız da devam edecek, gelişmişinden gelişmekte olanına dek tüm ülkelerin aynı anda aynı şekilde para politikası tepkisi sergilemesi de.
Anlatmak istediklerim çok. Gündem sağ olsun buna izin veriyor. Ancak, bunun için alanım kısıtlı. Hızlıca toparlamak gerek. Haftanın akışını şekillendiren Arjantin hikayesinden başlamakta fayda var. Olmazsa olmaz. Artık her yıl en az bir gelişmekte olan ülke hikayesi konuşmadan yola devam edemiyoruz. Söz konusu ülkeler grubunun ana özelliği politika hatası yapma konusunda başarılı olmaları. Bazen para, bazen maliye, bazen de siyaseten bu tarz davranış içerisinde olmakta pek bir başarılılar. Misal, 11 Ağustos günü Arjantin’de gerçekleştirilen ön seçimler. Yer aldığı bölgenin en önemli üçüncü ekonomisi olmasına rağmen politika kurma noktasında başarısızlıkları ve iflas etme süreçleri ile ünlü bir ülke Arjantin. Sürekli geçmiş siyaset döngülerine katılımı seven bir seçmen yapısından bahsediyoruz. Ülke risk priminin 2000 baz puana yükseldiği, gelecek 5 yılda istatistiksel olarak yüzde 80’den fazla ihtimalle iflasın dikkate alındığı, ülke borsasının Amerikan doları bazında tek bir günde yüzde 50’ye yakın değer kaybettiği ortamda geçmişin hatalarından vazgeçilmiyor.
‘Peronist’ olarak tanımlanan ve bugün çekilen acıların geçmişin ayak izlerinden kaynaklandığını düşünmeyenlerin sandıkta sergilediği beklenti ötesi başarı her kesimden yatırımcı ve politikacıyı paniğe sevk etmeye yetti de arttı. Bardağın finansal piyasalardaki gelişmelerinden ziyade bir de etik kısmının oluşturduğu tarafı var ki kimse dillendirmiyor. Örneğin, desteklediği adayın seçimi kazanması durumunda başkan yardımcısı olması beklenen Cristina Fernández de Kirchner hakkında devam eden yolsuzluk soruşturması kimselerin yorumları arasında yer almıyor. Ya da iktidar gücünü elde etmesine paralel hukuki süreçte sonuç çıksa dahi en az 2-3 yıl daha devam edebilecek üst mahkeme akışıyla belki de hiç yargılanmayacak olmasından. Bu tarz problemlerin gözetilmediği coğrafyalar için reform süreci maalesef hiç bitmiyor. Hayatın her aşaması hep bir reform arayışı içerisinde akıp gidiyor.
Gelelim değişmek bilmeyen meşhur ‘global yavaşlama’ ve ‘gevşek para politikası uygulamaları’ konularına. Yok, değişen hiçbir şey yok. Yatırımcıların riskten kaçış isteği daha yavaş bir küresel büyüme ortamı düşüncesiyle tüm hızıyla muhafaza ediliyor. Doğal olarak da bizdeki “Edirne’den Kars’a” tabirini akıllara getirecek şekilde Asya’dan Avrupa ve Amerika’ya her yerde herkes aynı şekilde para politikası adımı atma çabası içerisine giriyor. Bir önceki haftanın indirim dalgasına bu kez de 5 yıl aranın ardından ilk kez Meksika’nın katılım sağladığını gördük. Asya’da ise Hong Kong ve Tayland’dan ekonomilerine destek amacıyla teşvik paketleri haberleri geldi. İngiltere’den ABD’ye, Japonya’dan Türkiye’ye getiri eğrileri de yataylaşma süreçlerini sürdürüyor. Yani, yatırımcı kesimi yarının faizini bugünden düşük görüyor, eksi de olsa paramı bu limana bağlayayım diyor.
İçerisinden geçtiğimiz dönemi 2008-09 hamleleriyle karşılaştırıp eş değer gören bir kesim de var. Bana göre süreç ve dinamikleri farklı. Patlak veren kriz ve ani şoka gösterilen ve daha önce denenmiş tepki mekanizmalarını devreye almaktan, henüz patlamamış, patlayacağı düşünülen ve daha önce denenmiş tepki mekanizmalarının bu kez de işe yarayacağını düşünerek hareket edilen bir sürece evriliyoruz. Bence esas belirsizlik buradan kaynaklanıyor. Politikacıların yarattığı problemleri para politikasına karar verenler engellemeye çalışıyor. Bu nedenle süreci aksak görüyorum ve sonucunu merakla bekliyorum.
Toparlayalım ve bize yazının başlığı üzerinden değinelim. Ağustos 2018’deki kur şokunun üzerinden 1 yıl gibi kayda değer bir süre geçti. Tecrübe ettiğimiz acıların ardından nispeten oynaklığı düşen lira, politik belirsizlikleri azalan siyasi gündem ve bir kez daha lehimize çalışan global finansal koşullar söz konusu. Ancak, şokun yarattığı temel tahribatların ortadan kalkmasını bekleyen başlıklarımız yerini koruyor. Yani, bekliyoruz. Çözümde yavaş davranıyoruz. Üstelik şu global belirsizlik ortamında atacağımız 2-3 somut adımın bizi nasıl olumlu ayrıştırabileceğini unutarak. Zamanın maliyeti maliyetlerin en büyüğü. Beklemekle olmuyor. Beklemekle, somut çözümler üretmeden, düşündüklerimizi karşımızdakiyle paylaşmadan hiçbir sorun kendi kendine hallolmuyor. Olmadı, olmayacak da.