BDDK kararları kredileri yavaşlatmaya yönelik
BDDK'nın haftasonunda tüketici kredilerine yönelik olarak aldığı kararları ekonomideki ısınmanın ve beraberinde gelen cari açığın büyümesinin kontrolü yönünde alınan bir adım olarak değerlendirmek gerekiyor. Aslında, mutlak olarak bakıldığında, bankacılık kesimi ne verdiği tüketici kredi miktarının toplamı, ne de temerrüte düşen kredi oranı bakımından çok riskli bir görüntü arzetmemekte. Evet, BDDK'nın konuyla ilgili notunda belirttiği gibi son dönemlerde bu kredilerin ivmelenmesinde bir artış söz konusu. Ancak, bu artışı ekonomide uygun ortamın oluşmasıyla birlikte bankaların yıllardır gereğinden fazla miktarda taşıdıkları devlet tahvili portföylerini azaltarak, kredilere (bir anlamda gerçek bankacılığa) döndükleri şeklinde yorumlamak da mümkün. Keza, kredi artışları bankaların yurtdışından buldukları ucuz yabancı kaynakları Türkiye ekonomisine kanalize etmelerinin bir sonucu olarak da görülebilir. Kısacası, kredi ivmelenmesini "bankaların aşırı rekabeti sonucu bilinçsizce kredi verme yarışına girmiş olmaları ve bu durumun da sektörün riskliliğini istenmeyen boyutlarda artırdığı" şeklinde yorumlamak çok da doğru değil. Böyle olunca, açıkçası alınan son tedbirlerin tamamen cari açığa MB-dışı müdahelede bulunmak amaçlı olduğu görülüyor. Zaten, seçimlerden hemen önce MB, BDDK, SPK, TSMF ve Hazine'den oluşan Finansal İstikrar Komitesi adı verilen bir organizasyonun kurulmuş olması sahaya diğer oyuncuların da aktif olarak sürülebileceğini ipuçlarını içermekteydi. Kısacası, BDDK'nın bu hareketi sürpriz olmadı.
Bilindiği gibi Hükümet kanadı tarafından bundan bir süre önce cari açığın kontrolü açısından bankacılık sektöründe 2011 yılında toplam kredi büyümesinin %25'i aşmaması gerektiği ifade edilmişti. Ancak, zorunlu karşılık artışlarıyla zaten hissedilir ölçüde kârlılık azalması yaşayan bankalar bir de böyle bir kısıtlamanın söz konusu olabileceğini duyunca, kredilerini azaltmak şöyle dursun, bir an önce artırarak kârlarını maksimize etmeye çalıştılar. Geldiğimiz noktada ise Hükümet'in başında şöyle bir sorun oluştu: Son 2 aydaki kredi artışlarını aynı hızda ileriye doğru projekte edersek yaklaşık olarak 2 ay sonra %25 sınırına ulaşılmış olacak. Peki, o gün geldiğinde ne olacak? Ya Hükümet bir risk sınırı olarak belirlediği %25'i görmemezlikten gelerek kendiyle çelişkiye düşecek, ya da kredileri donduracak. Resesyonda olmayan, belirli bir büyüme ivmesi içinde giden bir ekonomide kredi musluklarının yılsonuna kadar (tam 4.5 ay!) tamamen kapalı kalması, o ekonomiyi çok ciddi (ve de çok da gereksiz) bir daralma içine sokar. Tüketicileri bir kenara bıraksak bile, reel yatırım için kredi isteyen var, özelleştirme finansmanı için kredi isteyen var, işletme sermayesi ihtiyacı için kredi isteyen var, var oğlu var. BDDK'nın bir Kredi Komitesi kurup "sen şuna kredi ver, buna verme" diyecek hali yok herhalde. Bu limitin afakiliğini ve fiiliyatta uygulanmasının imkansızlığını biraz geç de olsa kavrayan Hükümet şimdi daha "demokratik" ve dolaylı yollardan kredileri yavaşlatmanın çarelerini arıyor.
Aslında kredi arzını kontrol etmeye çalışarak cari açığı kontrol altına almak çok da etkili bir strateji değil. Bunun yerine kredi talebini azaltmaya çalışmak daha doğru. Bu bağlamda, önümüzdeki günlerde kredilerdeki KKDF oranlarında ve otomotiv başta olmak üzere bazı malların ÖTV'sinde bir miktar artışa gidilmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu tedbirler kredi ve ithalat talebinde bir miktar azalma ve kamu maliyesinde de iyileşme sağlayacaktır. Bazı kesimlerin "vergi artışları enflasyonu da artırır" şeklindeki itirazları ise çok da anlamlı değil. Evet, bu durumda fiyat seviyeleri bir defalık artar, ama ileriye dönük enflasyon beklentileri ise aksine azalır.
Herkesin bildiği gibi ekonomiyi kaza yapmadan soğutmanın esas yolu ise doğrudan politika faizlerinin artırılması. Ayrıca artık enflasyonda gelinen nokta da bir faiz artırımına yeşil ışık yakacak düzeyde. Ancak gerek Hükümet'in "0" faiz söylemi, gerekse de MB'nin "faiz artışı sıcak para girişine sebep olur" iddiası, aslında ilk düşünülmesi gereken bu tedbirin alınmasını geciktiriyor. Tahminim, MB'nın faiz artış silahını ancak ve ancak döviz piyasasında gözle görülür bir bozulma ve kurlarda kalıcı bir ivmelenme olması durumunda devreye sokacağı yönünde. (Son günlerde bu yönde işaretler de alınmıyor değil, hani!)