Bazı yöneticiler beni şaşırtıyor…
Dünya genelindeki "eğilimlerin" etkilerini kavrayabilmek için "piyasa yapıcısı kuruluşların analiz yöntemlerini, strateji, taktik ve uygulamalarını" izlemeye çalışıyorum. Ulaştığım sonuçları ülkemizdeki kuruluş ve kurumlarda da gözleyerek, gelişmelerin neresinde durduğumuzu anlamak istiyorum.
Ülkemizde önemli kuruluşlarda çalışan orta kademe yöneticilerine ulaştığımda, dolaylı sorular yönelterek, iş yerlerine aidiyetlerini güçlendiren ve zayıflatan uygulamaların neler olduğunu zihnimde netleştirmeye çabalıyorum.
Çalışanları işyerinden soğutan tutum ve davranışlardan bazılarını paylaşmak istiyorum:
1) Eskişehir Sanayi Odası'nda çalışırken rahmetli Mümtaz Zeytinoğlu'na sormuştum:
"Hayatın en zor şeyi nedir?" Yanıtı ilginçti: "Sana ilham vermeyen ve saygı uyandırmayan bir yönetici ile çalışmaktır" demişti.
Son dönemde, ülkemizin önde gelen bazı kuruluşları yönetenlerin, saygı uyandıran bir iç tutarlılık özeni yerine, makam ve unvan gücünü kullandıklarını, çevrelerini küçümsediklerini; herkesi hırsız, kendilerini de polis zannettiklerini, her şeyi kontrol altında tutmaya çalıştıklarını, ayrıntıda boğularak, genel doğruları gözden kaçırdıklarını saptadım.
2) İstihbaratın temelini oluşturan, "Meşhuru meçhulden öğrenme" ilkesine uymadıklarını; sekreterlerden, bekçilerden, kendilerine mutlak bağımlı alt kademe çalışanlarından bilgi derlediklerini; çapraza sorgulama ile gerçeği bulma yerine, işine gelen bilgileri abartarak, yetmezliğin itişi ve ihtirasın çekişi ile insanlara düşmanlıklarını alabildiğine beslediklerini, güveni yok ettiklerini gözlemledim.
3) Teknolojilerden yararlanarak, işine on dakika geç gelmiş çalışanların, orta ve üst kademe yöneticilerin ücretlerinden kesinti yaptıklarını; üst yöneticilerin plansızlığı ve iş disiplinden uzak olmaları nedeniyle gece yarılarına kadar çalışan yöneticilere her hangi bir ödeme yapmadıklarını, adaletsiz uygulamalarının yarattığı iç çöküntünün farkında bile olmadıklarını saptadığımda içim burkuldu.
4) Çok sayıda iş yeri yöneticisinin, iş yeri içinde ve iş yeri dışında bir toplantıya katılmak için askeri hiyerarşinin bile terk etmekte olduğu 'yazılı izin alma' uygulamasını disiplin zannettiğini; insanlara güvensizliğin had safhaya ulaştığını da gözledim. İyi tanıdığım bazı kurumlarda onlarca yılda oluşturulan kurum kültüründeki "düşünce özgürlüğünün" yerle bir edildiğini; tek tip düşüncenin, tek kişi kontrolünün, sorgusuz baş eğmenin istikrar sanıldığını da görmek gerçekten umut kırıcı oldu.
5) Yönetim kurullarında, çalışanlarının ve müşterilerinin memnuniyetinin tartışılmadığını, çağdaş yöntemlerle saptamalar yapılmadığını, işyerlerinin ve toplumun gerçeklerini anlatacak cesaret ve dürüstlükte olan insanların susturulduğunu, pozisyonu koruma kaygılarının, kuruluşların geleceğini güven altına alma sorumluluğunun önüne geçtiğini gözlemek umutlarımı yok etti.
6) Kuruluş çalışmaları hakkında, hiç olmazsa yılda bir kez, kamuoyunun önde hesap vermeden kaçınıldığını; yaptıkları işte geleceği inşa etme yerine günü kurtarmanın öne çıktığını, aykırı sorular geldiğinde yanıt verememe korkusu yaşadıklarını; açık sorgulamalardan kaçınma eğiliminin güçlendiğini gözledim.
7) Kendi bildikleri ile kendilerine itaat ve sadakatte kusur etmeyenlerin söyledikleri dışında, aykırı düşünebilen insanların sindirilmesini "istikrar" sanan sapkın bir anlayışının hiç de az olmadığını, bu anlayışla ülkemizin temel sorunu olan "verimlilik" sorunlarının çözülemeyeceğini düşünmeden edemedim.
İş çevresi bu kadar hızlı değişirken, çok önemli kuruluşlarımızın başına bilgisi ve görgüsü yeterli olmayan, iç tutarlılıktan nasibi almamış, insanları küçümseyen, çalışanların memnuniyetini ve aidiyet duygusun önemsemeyen, müşteri memnuniyetini sadece kendi dar dünyasında algıladığı kadar önemseyen insanların bulunmasını gelecek açısından çok tehlikeli bir durum olarak değerlendirdim.
Çağdaş ve işleyen kurumlar yaratmadan, onları çağın gerektirdiği gibi yönetmeden 2023 hedeflerine nasıl ulaşırız, nasıl?