Bayramlık bir yazı kaleme almanın zorluğu
Uzun bir süredir ve yoğun bir biçimde bir arkadaşımla birlikte bir araştırma yapıyoruz. Hal böyle olunca araştırma konusu dışındaki alanlara daha az göz atar oldum. Bu sabah kısa süreliğine de olsa odaklandığım konudan kurtulup biraz nefes alayım diye ‘etrafta’ yazılan çizilene bir bakayım dedim. Biri oldukça tanınmış üç iktisatçı Yunanistan’ın ve Almanya’nın zıt görüşlerini dikkate alarak Yunanistan’ın içinden çıkılmaz hal alan borç sorununu çözmek üzere bir öneri geliştirmişler.
Yunanistan’ın borcunun bir kısmı daha silinmezse, ülkenin içine girdiği çıkmazdan kurtulmayacağı IMF tarafından bile kabul ediliyor. Buna karşın, Almanya, Yunanistan yapısal reformlar konusunda somut ve önemli adımlar atmadan böyle bir çözüme yanaşmıyor. Yunanistan ise borç sorununun hafiflediğini görmeden çok can yakacı yapısal reformlara başlamak istemiyor. Tam bir kısır döngü.
Öneri, özünde Yunanistan’ın yükümlülüklerinin koşullarını yapısal reformlara bağlıyor. Yapısal reform yapıldıkça, borcunun geri ödemesiz döneminin artırılmasını ve faizinin düşürülmesini teklif ediyor. Ek olarak yapısal reformlar yapıldıkça ek borçlanmanın daha da uygun koşullarda yapılmasını öneriyor.
Hem Latin Amerika ülkeleri hem de Türkiye bir ara kendi para birimleri cinsinden borçlanmakta epeyi zorluk çekerlerdi. Nedeni de yüksek ve oynak enfl asyondu. Devletin çıkardığı tahvili satın alırken vade bitiminde elde edeceğinizi düşündüğünüz getiriyi hesaplarken dikkate aldığınız enfl asyonun beklediğinizden öteye yükselmesi olasılığı her zaman vardı. O olasılık gerçekleşirse, elde edeceğinizi sandığınız getiriyi elde edemeyeceksiniz demekti. Yani, sermayeyi kediye yüklemiş olacaksınız anlamına gelecekti. Bu nedenle bu ülkeler sıkça enfl asyona ya da dolara endeksli tahvil satmak zorunda kalırlardı. Yunanistan için getirilen öneri temelde benzer bir çözüm sunuyor. Sorun farklı ama çözümün özü aynı: Endeksleme. Yeni öneride ‘reforma endeksli’ borçlanma var.
Türkiye, 2001 krizinden hemen sonra Mayıs ayında yürürlüğe konulan ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’ ve izleyen yıllarda hükümetler değişse de o programın özüne kabaca 2007’ye kadar sadık kalınması nedeniyle, çok şükür o günleri atlattı. Artık Hazine yurtiçinde dolar cinsinden ya da enfl asyona endeksli tahvil satmak zorunda değil. Latin Amerika ülkelerinin çoğu da aynı başarıyı gösterdi. Farklı bir ifadeyle, artık hem Türkiye’nin hem de eskinin problemli çoğu Latin Amerika ülkesinin bütçeleri düzgün, kamu borçlarının düzeyi düşük.
İş bununla bitseydi, okumakta olduğunuz yazı tam anlamıyla ‘bayramlık’ bir yazı olacaktı. Oysa Türkiye ekonomisindeki gidişat hakkında hiç de iyimser olmadığımı, iyimserlik bir tarafa gidişatı hayra yormadığımı bu köşeyi yakından izleyenler biliyor. Kırılganlıklarımızı, ‘kırılma olasılığımızın’ hangi koşullar altında gerçekleşebileceğini ve bu koşulların gerçekleşme ihtimalini bugünlük tekrarlamayacağım.
Ama şunu belirtmekle yetineyim: Bir ülkenin maliye politikasının ve bankalarının sağlam olması yetmez, şirketler kesiminde de önemli sorunları olmaması gerekir. Zira bazı koşullar gerçekleşire, şirketlerin sorunları bir gecede bankaların sorunlarına ertesi gün de o ülkenin hazinesinin sorununa dönüşür.
Bu kötü dönüşümüm yaşanmaması için yazının başında özetlediğim ‘cin’ çözümlere benzer, tasarlanması zor reformlara ihtiyacı yok Türkiye’nin. Bir taşla bir kaç kuş vurması mümkün: Hukuk sistemini önce ayağa kaldıracak, sonra yerküre üzerindeki iyi örnekleri arasına katacak. Yurtta barışı kalıcı kılacak. Baskı rejimi özentileri ile vedalaşacak. Özgürlükleri artıracak ve yaygınlaştıracak. Takır takır işleyen bir demokrasi kuracak. Yapabilirsek, sadece ‘kırılma olasılığımızı’ azaltmayacağız; hem büyüme oranımızı kalıcı biçimde artıracak ve daha adil dağılmasını sağlayacağız hem de çok daha yaşanır bir ülke olacağız. Güzel bir bayram dileğiyle…