”Baykal CHP'nin tutkalıdır!”
Türkiye'de siyasetin giderek sığlaşmakta olduğunu sık sık vurguluyorum. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde siyaset, projelerden ziyade çamaşır makinesinden kömüre uzanan "seçim yardımları", AKP'den CHP'ye rant sağlama öyküleri üzerine odaklandı. VATAN Gazetesi, Beşiktaş'ta 23 katlı Selenium Panorama'nın imar durumunun değişikliği için AKP ve CHP'lilerin ittifak kurduğunu ortaya çıkardı. Mesele siyasi nüfuzu kullanarak çıkar sağlamak olduğunda hiçbir partinin sicili bir diğerinden daha iyi değil. Bu durum siyasetteki sığlaşmanın bir diğer önemli göstergesini oluşturuyor. Bugün siyasi yapıda bir değişiklik olsa, inanınız gelenler gidenlerden daha teniz bir çizgi sergileyemeyeceklerdir. Ranttan uzak kalmanın yarattığı açlık dürtüsü, konumun korunması, parti içi tutuculuğun sürdürülmesinin temel güdümünü oluşturuyor.
Kim ne derse desin, benim kişisel görüşüm, bugün için Türkiye'nin geleceğini ipotek altına alan tarafın AKP değil, CHP olduğudur. Deniz Baykal tarafından kilitlenen CHP, AKP'nin siyasette tek etkin güç olmasını pekiştiren ana unsurdur. Bir ay sonra yapılacak olan yerel seçimler için sesini duyuran, Anadolu'da mitingten mitinge koşan da Başbakan Erdoğan'dır. CHP'den bugüne dek yerel yönetime yönelik herhangi bir proje duyamadık. Yolsuzluk dosyaları beklenen duyarlılığı yaratmakta yetersiz kalıyor, zira vatandaş yolsuzluk yapılmasını o kadar kanıksamış ki, iyi bir şeyler yapılması durumunda, "olmazsa olmaz" kabul ettiği bu durumu görmezden gelmeye de çoktan hazır. Ama ne olursa olsun, kontrolünü kaybetmiş bir AKP'nin Türkiye için yaratacağı sıkıntılar aşikar. Başbakan Erdoğan'ın seçimden güçlenmiş olarak çıkması durumunda, "kontrolsüz güç, güç değildir" sloganına atfen, hele hele ekonomik krizin yaratacağı baskıdan başta türban ve Anayasa değişikliği olmak üzere eski hesapları açarak çıkmaya çalışacağını kolaylıkla varsayabiliriz.
Dolayısıyla Türkiye için sorun AKP değil, ana muhalefet partisi CHP'dir. CHP'nin bir şekilde "reset" edilmesi gerekiyor, bu belki de Zümrüdü Anka'nın kendi küllerinden doğabilmesi önce yanması gerektiği şeklindeki mitolojik örnekle örtüştürülebilir. Size daha önce CHP ile ilgili kendi deneyimimi anlatma sözü vermiştim. Sadece bu deneyim bile yanlış düşünmediğimi bana kanıtladı. Dahası sokakta konuştuğum herkesin ortak görüşü olan "Baykal varken ben oyumu CHP'ye vermem" saptamasının hiç de haksız olmadığını gösterdi.
Olay şöyle vuku buldu. Geçtiğimiz sene CHP İstanbul İl Merkezi danışman olmam konusunda ricada bulundu. Bu teklifi "boynumun borcu" olarak kabul ettim. Hemen hepsi akademisyen yedi-sekiz kişiden bir danışman grubu oluşturma kararı almışlar. Bizden istenen CHP'ye ayna tutmak, kendilerinin fark edemedikleri basit noktalarda öneriler getirmemiz. Danışman grubunun elbette hiçbir yaptırımı söz konusu değil, sarf ettikleri mesai de tamamen gönüllülük ilkesine bağlı olarak herhangi bir maddi alışverişi kapsamıyor. CHP İstanbul İl Merkezi Şişhane'de, toplantılardan önce tanışmak ve beklentilerinin ne olduğunu anlamak için kapılarını çaldım. Yaklaşık bir saatlik ilk tanışmanın ardından da ilk eleştirimi dile getirdim. "CHP İstanbul İl Merkezi'nin kapısında partinin tabelası yok, kafanızı yukarı kaldırıp binayı bulmaya çalışıyordunuz". Bu ilk eleştiri "merkezi bir ay içerisinde Etiler'de yapılan yeni binaya taşıyacağız, masraf olmasın diye yaptırmadık" şeklinde karşılandı. Ana muhalefet partisinin kapısına koyacağı 20-30 liralık tabelanın nasıl bir masraf oluşturacağını anlayamadığım için bir şey söyleyemedim.
Fakat bu naçizane akademisyenler grubunun son derece sınırlı her türlü önerisine benzer savunma mekanizması geliştirilmeye başlanınca durumun rengi de değişti. Önerilerin bazılarını örnekleyeyim daha kolay anlaşılsın, CHP'nin antetli kağıdında ne web, ne de e-posta adresi var, "kağıtlar bitene dek değiştiremeyecekleri" söylendi. Sekiz Mart Dünya Kadınlar Günü'nde varoşlarda karanfil dağıtılmasının fazla romantik olacağı, bunun yerine bir kesekağıdına slogan basıp, içine bir somun ekmek konması önerildi, "erzak dağıtılıyor şeklinde algılanacağı" ifade edilerek reddedildi. Getirilen her bir naçizane ve makul öneri karşısında yarım saat savunma verildi. Deniz Baykal'la ilgili eleştirilerse bir saatlik savunmalarla karşılandı, buradaki temel ilke ise "Deniz Baykal'ın CHP'nin tutkalı olduğuydu". Şunu çok açıkça gördük ki, Baykal konusunda espri de dahil olmak üzere tek bir eleştiri bile yapılamaz. Sonuç olarak CHP, kurultayını topladı, Baykal tek aday olarak girdiği seçimden yeniden parti başkanı olarak çıktı. Danışma grubu da CHP'de herhangi bir şeyin değiştirilemeyeceği konunda artık kesinlikle emin olduğundan, bir daha toplanmamak üzere gönül rahatlığıyla dağıldı.
Tam dedikleri gibi, "Deniz Baykal CHP'nin tutkalıdır", ama bu tutkalın işlevi CHP'nin bir arada tutulması mıdır, yoksa CHP'nin ve dolayısıyla Türkiye'nin önünün mü tıkanmasıdır, değerlendirmeyi size bırakıyorum.