Batı’nın yalan dünyası ve Putin’in zaferi
Batı’da demokrasinin nasıl yozlaştırıldığını ve seçmen tercihlerinin nasıl manipüle edildiğini çarpıcı biçimde gözler önüne seren ve Facebook hisselerinin %7 dolayında değer kaybetmesine yol açan şoktan sonra gözler ABD Merkez Bankası’nın (Fed) yeni başkanı Jerome Powell’ın bugün yapacağı basın toplantısına çevrildi. Fed’in bu toplantıda %0.25’lik bir faiz artışına gitmesine kesin gözüyle bakılıyor ama yeni Fed Başkanı’nın önümüzdeki döneme nasıl baktığı ve Fed’in izleyeceği faiz politikasının geleceği konusunda neler söyleyeceği merak ediliyor. Fed’in izleyeceği politikanın doların değerini ve Türkiye gibi ‘Yükselen Pazar’ ülkelerini nasıl etkileyeceği de merak konusu.
Geçen haftaki yazıma “Türkiye’nin kırık hikayesi” diye başlık atmıştım. O günden bu yana yaşananlar, Türkiye ekonomisinde her şeyin çok iyi gittiğine dair yapılan açıklamaların, atılan manşetlerin ve çizilen pembe tabloların Türk Lirası'nın hızla değer kaybetmesini önlemeye yetmediğini gösterdi. Bakalım devamı nasıl gelecek.
Bu hafta da Batı’nın yalan dünyasından ve kırık hikayesinden söz etmek istiyorum. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrasında dünyanın barış içinde ekonomik kalkınmaya odaklanacağını ve liberal demokrasinin küresel bir sistem haline geleceğini ilan eden Batı’nın aslında bir yalan dünya tablosu çizdiğini anlıyoruz şimdi. Kapitalizmin küreselleşmesi ve dijital devrim, yolsuzluğu ve manipülasyonu azdırdı, eşitsizliği tırmandırdı, Batı’nın gücünün ve etik normlarının sorgulanmasını gündeme getirdi. Batı toplumları kendi elitlerini ve yönetici sınıflarını düşman gibi görmeye, liberal demokrasiyi sorgulamaya başladı. ‘Tek Adam’ rejimleri bu ortamda doğdu ve yaygınlaştı.
Putin’in zaferi
Rusya’da devlet başkanlığı seçimi yapıldı Pazar günü. Seçimi açık arayla kimin kazanacağı aylar öncesinden belliydi. 2000 yılından itibaren, iki dönem Devlet Başkanı ve arada bir dönem Başbakan olarak, Rusya’nın kaderini belirleyen Vladimir Putin’in seçimi kazanacağına kuşku yoktu. Putin’e karşı aday olacağını açıklayan Alexei Navalny ’nin seçimi kazanma şansının % 1 bile olmadığını herkes biliyordu. Buna karşın Navalny’nin adaylığı seçime biraz renk katabilir, Batı’dan gelen eleştirilere karşı, “bakın Rusya’da demokrasi var, Putin’e muhalif adayın seçime katılmasına izin veriliyor” denmesini sağlayabilirdi. Ancak buna bile tahammülü yoktu Putin’in. Navalny’nin mitingleri dağıtıldı, kendisi gözaltına alındı, sonunda uydurma suçlar isnat edilerek seçime katılması yasaklandı.
Seçim günü Putin’in karşısına çıkan yedi rakibi de ondan icazet almış olan adaylardı. Sonuçta Putin kullanılan oyların %76.6’sını alarak yeniden Devlet Başkanı seçildi. Seçime katılma oranı %67 idi ve kendi rekorunu kırarak 56 milyonun üstünde oy almıştı.
Putin en az 6 yıl daha Rusya’nın başında kalacak ve dünya gündemine damga vurmaya devam edecek. 2024 yılında 71 yaşına gelecek olan Putin’in kendini ebedi başkan ilan ederek görevini sürdürmek istemesi de beklenebilir.
‘Tek Adam’ başarısının sırları
‘Tek Adam’ modelinin öncülüğünü yapan Putin’in ve onu izleyen siyasi liderlerin başarısı, Batı’daki zafiyeti iyi kullanarak önlerine çıkan fırsatı iyi değerlendirmelerinin bir sonucu.
Putin örneğinde görüldüğü gibi bu liderler kendilerini sonuna kadar destekleyecek bir toplumsal tabana dayanmaları gerektiğini çok iyi biliyorlar. Toplumu etkilemek ve kendilerini ülkelerinin tarihinde önemli rol oynamış efsanevi liderlerden biri olarak konumlandırmak için her şeyi yapıyorlar. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi örneğinde görüldüğü gibi, Batı’ya karşı tavır koyarak ve gereğinde meydan okuyarak iktidarlarının ve ülkelerinin gücünü gösterme fırsatını kaçırmıyorlar. Her konuda son sözü söyleyen adam haline gelmelerini sağlayan ilişki ağlarını çok iyi kullanıyorlar. Ekonomide kalıcı atılım için gerekli koşulları yaratamıyorlar ama iddialı büyük projelerle ve çeşitli kesimlere sağladıkları desteklerle göz boyamayı ve günü kurtarmayı çok iyi başarıyorlar. Medyayı kontrol altına alarak kendi yazdıkları hikayenin tek gerçek gibi gösterilmesini sağlayabiliyorlar. Özgürlükleri sınırlayarak rejimlerinin sürekliliğini sağlıyorlar.
Bu rejim modelinin şimdi “hür dünyanın lideri” sayılan ABD’nin Başkanı Trump tarafından da benimsenmesi, liberal demokrasinin geleceği konusunda iyimser olmayı zorlaştırıyor.