Batana bat mı demek lazım?
Enflasyon patladı!
Dün açıklanan verilere göre TÜFE yüzde 24.5, ÜFE de yüzde 46 artmış. Üretici rakamlarının neredeyse iki katı olması demek, üreticinin aslında çok daha yüksek olması gereken zamları en azından şimdilik sineye çektiğini, tam olarak ürünlerine yansıtmadığını gösteriyor. Zaten artan bu fiyatlarla kesilen talep nedeniyle ürünlerini satmakta sıkıntı çekerken, bir de enflasyonu tam yansıtsa hiç satış yapamamaktan çekindiği için enflasyon farkının yarısını cepten karşıladığını görüyoruz. Bunu yapmak zorunda. Çünkü üreticilerin de yapması gereken ödemeleri var. Eğer bir gelir döngüsü sağlayamazlarsa, onlar da üretime devam edemezler. Edemedikleri gibi bir çoğu da yok olur.
Kısacası tam bir başarısızlık hikayesi olan enflasyon riski, üretici enflasyonunun tüketici enflasyonundan yüksek olması nedeniyle sonraki aylar da yüksek seyredecek gibi duruyor. En azından bir kaç ay böyle olabilir.
Kur Artışının Yansımaları Bunlar!
Enflasyondaki bu patlamanın ana nedeni kurların çok kısa süre içinde bu denli hızlı yükselmiş olmasıdır. Ülke olarak da tarihimizdeki en yüksek dış borç toplamı ile bu kur artışına yakalandığımız için bu sıkıntıları yaşıyoruz.
Çünkü yıllarca hep yazdık. Biz üretmiyoruz. Sanayi üretimi dediğimiz hemen bir çok şeyin aslında fason üreticisiyiz. Ara mal ithal edip monte edip satıyoruz. Bunun böyle olduğunu yıllardır söyleye söyleye dilimizde tüy bitti, kalemlerimiz kurudu. Hoş artık kalem işini de ithal klavyelerin tuşları yapıyor ya neyse.
Eskiden gıdada kendisine yeten bir ülke idik. En azından gıda üretimini kendimiz yapardık. Fakat yıllardır gıdada da neredeyse her şeyi ithal etmeye başladık. Neden? Çünkü orada da büyük rant var. Getir dışarıdan sat içeriye. Üretmeye ne gerek var üreticiden daha fazla kazanıyorsun. Üreticinin elinden üretimini maliyetinin az üstünde, hatta altında al üretici yaşayabilir mi? Mümkün mü bu? Ama aynı ürünlerin raf fiyatlarına bakınca üreticiye verilenin neredeyse 5-10 katı hatta bazen daha da üstü fiyatları görürsünüz. Demek ki, aracılar, ithalatçılar, toptancılar, perakendeciler, marketçiler artık adına ne derseniz üreticiden tüketiciye kadar olan aşamada araya üretmeden giren her kimse hepsi bu işten ciddi bir gelir elde ediyor. Olan yazık üreticiye ve bu yanlış politikalar nedeniyle enflasyondan kurtulamayan halka oluyor. Tabii enflasyonun yarattığı krizler nedeniyle de devlete oluyor.
İşte zamanında eli tutulan TCMB nedeniyle kontrolden kaçan döviz artışları bu işin yakın suçlusudur. Çünkü en büyük açığı verdiğimiz enerji dahil hemen her alanda ithal ekonomisi durumundayız. 457 Milyar Dolar dış borcumuz var. Buna rağmen de her yıl ilave cari açık vermeye devam ediyoruz. Her yıl 40-50 Milyar Dolar cari açık vererek bu iş nasıl düzelir ki? Bu yıl kurların etkisi ile belki yıllık cari açığımız düşecek ama toplam cari açık tutarımız yine artacak.
Hal böyle olan bir ortamda kurlar sert ve kontrolsüz şekilde yükselince, üstüne bir de Brent petroldeki son yükselişler eklenince iğneden ipliğe her alanda inanılmaz zamlar yağmak durumunda kaldı. Eski benzer kur krizlerinde AB ülkeleri ve ABD ile ilişkiler iyi olduğu için bu tip krizleri çabuk atlatırdık. Ama kaç yıldır da tüm bu ülkelerle ilişkilerimiz başta ABD olmak üzere çok kötü bir seyir izliyordu. Eğer dış borcunuz yüksekse, ya bu borcu bir an önce kapatacak tedbirleri uygulamaya alıp, periyodik şekildeki ödemelerle yıllar içinde borcunuzu azaltacaksınız, ya da bu borçla devam ediyorsanız bu ülkelerle ilişkileriniz iyi olacak. Ama ABD hadi net bir şekilde farklı bölgesel çıkarlar için üstümüze geliyor tamam bu belli. Ama bu ortamda bizim diğer tüm AB ülkeleri ile de ilişkilerimizi böyle bozmamız doğru muydu? Kötü ilişkilerle ülkenizde yatırım yapan ya da yapabilecek fonları korkutunca, vadesi gelen dış borçlarınızın çevrilmesi işte böyle sorun oluyor.
Büyük Dış Borç Bu Krizin Ana Nedeni!
Yıllarca hiç bir şey yapmadan bu ülkeyi yönetmişiz. Mevcut iktidar da dahil, öncekiler de hep satmışlar. Devletin bu denli vergi imkanlarına rağmen, tekel gelirlerine rağmen yıllarca azalmayıp artan iç-dış borçlar yüzünden, zamanında Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının çok fakir olan devletin kıt imkanları ile kurduğu onlarca kamu kuruluşunu sata sata bitirmek üzereyiz. Bunları da başarı diye gösteriyoruz. Peki yerine gelir üreten ne yapmışız? Benim hemen aklıma gelmiyor siz söyleyin lütfen? Döviz cinsinden ihalelerle özel sektöre verdiğimiz her türlü hizmet ve üretim alanı ile devlete ve halkın gelecek gelirlerine bile ipotek koyan tesisleri koymuşuz. Ama hiç birisi devletin değil.
Sitemde herkese açık olan strateji yazılarımdan en eskilerine gidin. Aslında asıl 2008 yılında yazdığım yazılar daha önemliydi ama olsun sitede en eski 2010 yılına giden yazılarda da üretim açığına dikkat çektiğimi, yüksek faiz düşük kur politikasının ülkeyi ithalat cennetine çevireceğini, faiz yüksek kurlar ise gereğinden fazla düşük diye döviz cinsinden borçlanmaya gidenlerin günü gelince hızla artacak kurlar nedeniyle büyük kriz yaşayacaklarını kim bilir kaç kez yazdığımı görebilirsiniz. Hatta o kadar ki, 2001'de 1.65 olan Dolar kuru, 2008 yılına geldiğimizde 1.15 seviyesine inince, eğer böyle sürerse tüm ekonomi ithalatçı olur. Üretim ve üretici biter. Bu nedenle bu kur rejimi değişmeli kurların yükselmesi lazım. Şu an dünyada para bolluğu olduğundan gelen döviz nedeniyle arz-talep dengesi bu işi çözemez. Bu nedenle kur rejimini kendimiz değiştirmeli kur çıpası ya da sabit kur gibi bir rejime geçmeliyiz diye yazıyordum. Nitekim ne oldu görüyorsunuz. 2001 yılında 130 Milyar Dolar civarındaki dış borç şimdi 457 Milyar Dolar oldu ve artmaya da devam ediyor.
Bu yaşanırken de, mortgage krizi esnasında dünyada faiz yokken bizim faizimiz için gelen sıcak paranın son 5 yıldır yaşananlar yüzünden devamlı geri çıkması ve son dönem patlayan döviz kuru nedeniyle ülke olarak yabancı para cinsinden iyice fakirleşmiş durumdayız. Şimdi göreceksiniz bir çok değerimizi yabancı gelip kendine göre yok paraya satın alacak. Bunu da yine başarı diye yazacağız. Özelleştirmeler yerine yenilerini yapabilirseniz ya da yapılmasını desteklerseniz sorun değildir. Ama bunu yapamazsanız gördüğünüz gibi ana üretim ve hizmet kaynaklarınızın yabancılaşmasına neden olur.
Biz Sadece İzliyoruz!
Bu gidişin buraya geleceğini 2015 yılında ''Biz Sadece İzliyoruz. Yeter Artık Diyen Yok Mu?'' başlıklı yazımda da dile getirmiştim. Maalesef halen izlemeye devam ettiğimiz için bu krizi yaşıyoruz.
Ülke bu kadar ithalata bağımlı bir ekonomiye sahipse, dövizin bu şekilde kontrolsüz yükselmesini izlersek ne olur? Hep yazdık enflasyon patlar. Nitekim o oldu. Şimdi 2008 mortgage krizi sonrası dünyada faizsiz para bolluğu yaşanırken gidecek adres bulamayan sıcak paranın ülkemize aktığı dönemin başarılarına yönetim başarısı derken, şimdi patlayan kur, faiz ve enflasyonun hasarlarında faturayı dış güçlere havale edersek bu doğru mu olur? Eğer cari açık veren bir ülke olmasaydık, en azından cari açığımız mevcut seviyenin yarısı bile olsaydı, gıdada her şeyi ithal eden değil de, eskiden olduğu gibi yine üreten ülke olsaydık, o zaman dış güçler gerçekten de bir döviz manipülasyonu yapmaya kalksa bu denli etkisi olur muydu? Borcun bu kadar artmasını seyret, ondan sonra uyarıların etkileri yaşanmaya başlayınca hedefe başkalarını koymakla hiç bir zaman doğruyu bulamayız bunu artık hepimizin bilmesi lazım.
Herkesin Suçu Var!
Sadece devlet ya da devleti yönetenler mi suçlu? Hayır herkes suçlu. Asgari ücret almasına rağmen, tüketim tuzağı ile sağlanan 24 ay taksit imkanı ile asgari ücretinin 2-3 katı cep telefonu alanlar da, sadece kendilerini borç batağına soktukları için değil, ülkeye yılda 11 milyar dolarlık dış ithalat faturası çıkarttıkları için de suçlu.
Tıkanan ekonomiyi açmak için devletin üretene ve tüketene KGF gibi yarattığı kaynağı borçlarını azaltmak, yatırımlara kullanmak yerine dolambaçlı yollarla ev, araba, arsa, yat alanlar, bu şekilde zaten yüksek olan borcunu daha da arttıran iş adamları, halk ve onlara bu imkanı kullandıran bankalar da suçlu. İşin sonu böyle bir krize gidebileceğini görmedikleri için kısa vadede tatlı kazanç peşinde koşanlar nedeniyle şimdi bu ekonomik hasarı ülke olarak yaşamak zorunda kalıyoruz.
Peki Benim Suçum Ne?
Ben kim miyim? İşinde gücünde olan devlete ekstra bir borç yükü yaratmayan, taksitlere bağlamış harcamalarını yetmeyen gelirleri ile sürdürmeye çalışan toplumun en büyük dilimini oluşturan kesimin de suçu var tabi. En başta en büyük kozu olan oy hakkı gücünü sorusuz sualsiz kullanmanın faturasını yaşıyor şimdi. Eğer oyunun gücünü bilse, hiç bir siyasi bu denli riskleri göze alan hatalı yönetimleri sürdüremezdi. Lakin cumhuriyette çoklu parti döneminden beri maalesef bizler seçmen olarak hep takım tutar gibi parti tuttuğumuz için, gönlümüzü verdiğimiz partilerin ve yöneticilerinin hatalarına hep birer kılıf aradık. Bu nedenle bu kesim de suçlu. Halbuki seçmen gücünü doğru kullanabilse, belki de yönetenler çok daha iyi yönetmek zorunda kalırlar bu krizleri de yaşamazdık.
Sadece oy gücünü yanlış kullanmak mı peki suç? Hayır olur mu. Geliri yetmediği halde tüm çocuklarını özel okulda okutmak gibi, taksit imkanına sığınıp beş yıldızlı tatiller ile harcama yapmak gibi daha bir çok suçumuz var. Kısacası ayağını yorganına göre uzatmayan fakir, orta gelirli ve zengin suçu kendisinde de aramalı.
Maalesef devamlı çıkan vergi, prim afları, sıkıştıkça kurtarılan iş adamları nedeniyle toplumdaki iş ve vatandaşlık ahlakı tümden bozulmuş durumda. İş adamı gelen KDV borcunu, çıkan vergisini ödememek için yeni borç yükü yaratıp, KDV borcunu ötelemeye, vergisini de yeni yatırımların giderleri ile sonraki döneme sarkıtmaya çalışıyor. Ama bu nedenle böyle bir kriz çıktığı zaman da herkes en borçlu haliyle bu krize yakalanmış oluyorlar. Toplumsal sorumluluklarını yerine getiren, devlete karşı vatandaşlık borçlarını eksiksiz uygulayan iş adamları, şirketler ve vatandaşlar da diğerlerinin yarattıkları bu krizlerin mağduriyetini yaşıyorlar. Bu gidiş doğru mu?
İşte bu nedenle diyorum ki, acaba batana bat mı demeliyiz? Kaynakları doğru kullanmayıp, israf ekonomisine yatıran, kazandığında bunun nemasını kendisi yaşarken, kaybettiğinde yükü devlete ve tabii tüm topluma yıkmaya çalışanlara, TL geliri varken kendi kararı ile döviz borçlananlara, bol parayı görüp asıl işinin dışına taşanlara,kendi işinde bile direk üretimi etkilemeyen lüks binalara yatırım yapanlara, artık ''Yok arkadaş, hesabını yanlış yaptıysan şimdi kendin bat!'' mı demeliyiz? Çünkü kaç yıldır içeriden dışarıdan bir çok kişi ve kurum böyle bir kur krizi geleceğinin uyarılarını yapmasına rağmen, hala bakıyoruz ki bir çok kişi, kurum, şirket ve devlet hala döviz ve TL borcu içinde tedbir almadan devam ediyorlar. Şirketlerde hala döviz açık pozisyonu olanlar bunun hedge mekanizmalarını bile devreye almıyorlar. İyi de sonunda kriz gelip de çatınca bu sefer kurtar beni devlet baba demek ne denli doğru?
Ama maalesef batacak olana bat demenin de çok farklı faturası olacağı için bunu her zaman ve herkese yapmak öyle kolay değil. Umarım artık bu işten herkes bir ders alır da, yapılması gerekenler gecikmeden yapılmaya başlanır. Yoksa herkesin kralın çıplak olduğunu görmesi yakın! Ama özellikle uyarıyorum; yeni bir faiz artışı kesinlikle çözüm olmaz. Hatta çözüm olmadığı gibi de yıkım olur. Şu ana kadar sıkıntısına dayanan bir çok kesim yeni bir faiz artışı yapılmaya kalkılırsa, buna dayanamaz. Bu nedenle artık TCMB'dan yeni bir faiz artışı talebinde bulunmak, ya da beklentisinde olmak yanlış olur. Devlet, şirketler ve kişiler olarak küçülerek bu krizi atlatmaya bakacağız. Yaptığımız son hata olarak görüp varlıklarımızın ciddi bir kısmı kaybedip, çok ciddi tasarruf ekonomisi uygulayarak, gerçekten üreterek, ara malını da içeride ürettiğimiz katma değerli ihracatımızı arttırarak, kamusal israftan kaçınarak bu krizden çıkmayı bilmeliyiz. Türkiye bu güce sahip bir ülkedir. Yeter ki, bu yanlış gidişten bir an önce dönelim. Her seferinde tekrarlanan yapısal reformlar ve reform paketleri değil de, gerçekten yapılacak ve yapılması gerekenleri bir an önce uygulamaya sokalım.
BİST Ne Mi Olur?
Bu yazdıklarıma bakıp da çok karamsar olduğumu düşünmeyin. BİST'de yaşanan geçen hafta bir çok yazımda uyarısını yaptığım teknik bir direnç düzeltmesi. Fitch ve enflasyon devreye girince bu teknik zorunluluk gerçekleşiyor. Ama artık desteklerine yaklaştığımızı düşünüyorum. Bu nedenle 95.500 civarlarını aşağı kırmadan , hatta destek-direnç tablosunda dikkat çektiğim ara desteklerden bile alımların geldiğini görebiliriz.
Ben tüm bunları BİST için değil, ülkenin artık doğru yönetilmesi ve kısır döngüye dönüşmüş olan bu gidişin kalıcı şekilde düzelebilmesi için yazıyorum. Yoksa BİST olarak öyle büyük korkularım yok. Çünkü en basiti, bu kadar değerli şirketimizi yabancılar üç paraya ele geçirme imkanı yakalamışken, sırf yabancı alımları bile BİST'i tutacak, bir süre sonra da çok daha yüksek seviyelere taşıyacaktır. Ama benim için önemli olan, bu süreç yaşanırken hisseler ve şirketler kimin elinde olacaktır?
Bu arada inmesini beklediğim bu destek seviyelerinden teknik yeni öngörülerim başlamıştır. Devamı da gelecektir.
Hepinize bol kazançlar dilerim.