Başlarken
İŞLETMECİLİK VE DIŞ TİCARET SOHBETLERİ / Dr. Osman Ata Ataç
Dünya Gazetesi yöneticileri bana "Hoca Dünya'nın kırkı aşkın ülkesinde yönetici eğittin, kuram ve kitapların Peru'dan Filipilere yayılan bir coğrafyada okunuyor. Eh artık emekli oldun gel bu deneyimlerini okurlarımızla paylaş" dediklerinde koşulsuz "olur" dedim. Eh ne demişler marifet iltifata tabi olmakta deyip geçtim. Burada kendimi sizlere anlatmıyacağım. Nasreddin hoca'nın dediği gibi bilenler bilmeyenlere anlatsın.
Benim Dünya Gazetesi'ne zaafım orada üst kademelerde çalışan kıymetli dostlarım, askerlik arkadaşlarım, gazetedeki, konularında uzman yazar ve araştırmacıların varlığı, mesleklerine bağlı profesyonel gazetecilerin ve onlarsız hiç bir işin yürümeyeceğini çok iyi bildiğim teknik ve idari personelin varlığı sonucu değil. İlgim Dünya Gazetesinin benim kariyerimde önemli bir yeri olduğundan dolayı.
Akademik kariyerden işletmecilik hayatında deneme yapmaya geçmeye karar verdiğim 1980 yılında Dünya Gazetesi bugünkü haliyle daha yoktu. O zamanlar günlük gazete olarak çıkıyordu. Ben de çaylaklık dönemim sayılabilecek bir yaş ve deneyim ile gazetenin yönetim kurulu başkanlığına getirilmiştim. Gazete o sıralar günlük tirajı binlerle hatta yüzlerle sayılan ve sahibi Ankara merkezli bir holding olan bir işletme için mali bir yük oluşturmanın ötesinde kimsenin umuru değildi. Bana holding yönetim kurulu başkanının verdiği görev bu meseleyi bir şekilde çözmemdi.
Dünya Gazetesi deyip geçmeyin. O zamanlar tüm gazeteler Bab-ı Ali denilen mekanda birbirine komşuydu. Sahilden Cağaloğlu'na çıkarken, sağda solda, hemen her gazetenin merkezini görmek mümkündü. Yokuş yukarı çıkarken sağa dönerseniz Milliyet Gazetesi'ne gider, giderkende şimdilerde hala orada olan halıcılara bakabilirdiniz. Yokuş yukarı düz devam ederseniz Hürriyet'e, Hürriyet'i geçip sola dönerseniz Sultan Ahmet Camii'ne varırdınız. Sağa doğru İran Konsolusluğu'na gelmeden Karanfil sokağa girerseniz yolun sonunda da Dünya Gazetesi'nin basım ve yayım tesislerine varırdınız. "Dünya" o zamanlar hem Ankara'da hem Istanbul'da matbaasına sahip nadir gazetelerden biriydi. Ankara tesisleri görenlere parmak ısırtacak modern makinalarla donatılmış görkemli bir yerdi. İşte Dünya'nın İstanbul merkezindeki ikinci kat genel müdür odasında her gün bavul dolusu nakit zarar eden gazeteyi ne yapacağımı düşünmek de benim işimdi.
Rahmetli Nezih Demirkent o sıralar Hürriyet Gazetesi'nin başındaydı. Gazete mürekkebi kokusu almış herkes Nezih abinin Bab-ı Ali için ne demek olduğunu bilir. Spor muhabirliğinden başlayıp büyük bir gazetenin başına geçmesi, hele hele kurt bir patronun altında bu işi senelerce başarıyla yürütmesi iri cüssesi nedeniyle değildi. Nezih abi bu işi bilen adamdı. Sayın Demirkent yerine abi deyişim ben atmış yaşını geçtiğime göre fantazi sayılabilir ama Nezih abi baba dostumdu. Babam beni Nezih Abi ile tanıştırdığında on yaşımdaydım, yer İstanbul Mithatpaşa Stadyumu, olay da üç altın, iki gümüş ve iki bronz madalya kazadığımız 1957 dünya güreş şampiyonasıydı. Dünya güreş şampiyonasından yirmiüç yıl sonra Nezih abi ile Dünya Gazetesi'nin kuruluşunda ikici kez karşılaştık. Ben Dünya'nın sahibi holdingi, Nezih abi ise Hürriyet Gazetesi'ni temsil ediyordu. Türk basın tarihinin en önemli tasfiye ve yeniden kuruluş olaylarında baş rollerde ikimiz vardık. Dünya'nın holdingden tasfiye edildikten sonra Hürriyet'e satılması, Nezih Abinin Hürriyet'ten emekli olup gazetenin başına geçmesi, Dünya Gazetesi'ni bugünkü yayın ve yapısına getirmesi işletmecilik konularında ders niteliğindedir. Yeri geldiğinde bu deneyimleri de yazar çizeriz.