Başlarken…

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ [email protected]

Sevgili okurlarımız,

Dün çok önemli, çok önemli olduğu kadar acı iki olay birden yaşadık.

Görünen o ki, on yıllardır dünyanın en gerilimli bölgelerinden biri olan Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya üçgeninin tam ortasında bulunan Türkiye, çevresindeki kan, şiddet ve gözyaşından etkilenmeye devam edecek. Bu bir süre daha kaçınılmaz görünüyor. Öyleyse, sağlam ve sakin durmak önemli. Duyguları, aklın süzgecinden geçirmek gerekiyor.

Türkiye, özgüven ve cesaretle bu süreci de aşacaktır.

Bir Çin bedduası, "Dilerim bir geçiş döneminde yaşarsın" diyor.

Sadece son iki yıldır dünya çapında yaşanan finansal krizi kastetmiyorum. Toplumsal ve ekonomik alanda bir değişim dönemindeyiz. Yaşanan krizin sıradan bir kriz değil, bir "paradigma krizi" olduğunu söyleyenler arttı.

Nedir paradigma?

Oyunun kuralları mı?

Zamanın ruhu mu?

Temel varsayımlar mı?

Aslında hepsi… Bugün, paradigma terimi, görüşlerin, kuralların, göstergelerin, tespitlerin ve bakış açılarının tümünü kapsayan bir çatı anlamında kullanılıyor. Bir paradigma yerini yenisine bıraktığında ezberler bozuluyor. Düşünce tarzı ve iş yapma biçimleri tümden değişiyor. Paradigmayı bir dönemin "oyun kuralları" olarak niteleyebiliriz.

Bu konulara kafa yoran bir ekonomi gazetecisi, bilgisayar oyunlarındaki "level"lara (düzey) benzetiyor paradigmayı. Biliyorsunuz, bu oyunların zorluk düzeyi giderek artar. Hata yapmaz da belirli bir puanı toplarsanız ekranda yeni bir seviyeye çıktığınızı belirten işaret ile birlikte oyunun kuralları da değişir. Yeni seviyenin oyun kurallarına alışana kadar da zorlanırsınız.

İşte şimdi oyunun kuralları değişiyor. Ama henüz neyin değiştiği de netleşmedi. Geride kalacak olana ilişkin az çok ipuçları var. Ama yerine neyin geleceğini pek seçebilen yok.

Öncelikle hepimiz kısa vadede sıkıntılara katlanmak durumundayız. Sıkıntılara katlanıp uçağı havada tutacağız. Bir yandan da yeni döneme hazırlanmayı ihmal etmeyeceğiz.

Doğrusu işimiz zor.

Bize öyle geliyor ki, bu dönemde yapılacak en akıllıca işlerden biri artık bir üretim faktörü durumuna gelen bilgiyi, işin her aşamasında yoğun olarak kullanmak. Öyle ki, yeni paradigmaya uyumumuz kolaylaşsın.

Bilgi üreten ve yayan bir gazete olarak biz de bu süreçte okurlarımıza yardımcı olmak için üzerimize düşeni yapmak çabasındayız. Bunun bir parçası olarak, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni sıfatıyla, bu köşeden sizlerle bu yolda neler yaptığımızı, neden yaptığımızı paylaşacağım.

Arzum, sizlerin önerileriyle bu çabayı daha interaktif bir hale kavuşturmak. Bize yazın, telefon açın, e-posta ile mesaj yollayın ki, sizlerden daha fazla öğrenelim. Öğrendikçe de işimizi daha fazla anlayarak yapalım. Size katkımız artsın…

Sağlıcakla kalın…

Bizden sempati beklemeyin...

Sempati çok güzel bir sözcük.

Günümüzde dünyanın her yerinde,

olumlu, güzel duygular uyandırıyor.

Eski Yunan’da ise "birlikte acı çekmek" anlamında kullanılmış.

Sempati duyuyorsak, sempati duyduğumuzla birlikte seviniriz. Ya da acı çekeriz.

Sempatide yandaşlık esastır.

Biz toplum olarak iletişimi daha çok sempati üzerinden kurarız.

***

Empati de köken olarak eski Yunanca’dan geliyor. Ama türetilişi çok eski değil. İngilizceye 1930’larda girmiş.

Ünlü ruh bilimci Sigmund Freud’un teknik bir terim olarak kullandığı Almanca Einfühlung sözcüğünü çevirirken ihtiyaç duyulan bir kelime olarak.

"İç" ya da "içinde" anlamına gelen "en" ile duygu, acı hissetme, algılama, anlamındaki "patheia" sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş.

Empati kurduğumuzda, karşımızdakiyle aynı duyguları paylaşmamız gerekmez.

Görüşlerini de...

Onu anlamamız yeterlidir.

Bunun için de kendimizi karşımızdakinin yerine koyarız.

Gerçek iletişim empati üzerinden kurulur.

***

Empati geliştirenler, tüm duygu ve düşünceler ile ilgilidir.

Sadece hoşlandıklarıyla değil.

Olumlu ya da olumsuz hepsini kapsamaya çalışır.

Çünkü asıl amacı anlamaktır.

Empati, yani anlama eksik kaldığında, başkalarının ne düşüncelerine ne de inançlarına saygı duyabilirsiniz.

***

Bir kişi, bir şirket, bir grup...

İsterseniz daha da genişletin...

Bir hükümet, bir ülke...

Karşınızdakilerle empati kurduğunuzda avantajınız büyüktür.

Çünkü onları anlarsınız.

Anlamak, kalıcı ilişki kurabilmenin de yegane zeminidir.

İş dünyasının başarılı aktörleri iyi bilirler:

Hedef kitleyi tanımanın yolu empatiden geçer.

Tabii, davranışlarını en iyi şekilde tahmin etmenin yolu da...

***

İletişimde de sempati, çoğunlukla yandaş olanlara gösterilecek bir yaklaşımdır.

Empati ise herkese...

DÜNYA, empatiktir.

Herkese eşit mesafede durur.

***

DÜNYA, saygı duyar.

Okurlarına, okuru olmayanlara...

Eleştirenlere...

Koşulsuz biçimde...

Kimseye tepeden bakmaz.

Hiçbir kesime, hiç bir düşünceye....

Empati bunu gerektirir.

Ve bu yaklaşım ancak tarafların eşit konumlarda olduğu bir ortamda yeşerebilir.

Türkiye’de eşit konumda olabilmek kolay değildir.

Titizlikle verilen güç bir mücadeleyi zorunlu kılar.

Tarafsızlık ve bağımsızlık işte bunun için gereklidir.

***

Şimdi soracaksınız...

Empati, sempati...

Niye bu kadar lafı ettin?

Size anlatacağım bir derdim var da ondan...

Geçenlerde Ankara büromuz

Süleyman Demirel ile bir röportaj yaptı.

Hatırlayacaksınız, "ülke yönetiminden şikayetçiyim" diyordu Demirel.

Bazı siyasilerden eleştiri aldık.

Eleştiri olacaktır.

Yaptığımız her iş, herkesin hoşuna gidecek diye bir kuralımız yok.

DÜNYA, bir muhalefet odağı değil.

Bir parti hiç değil.

30 yıldır, bağımsız ve tarafsız habercilik yapmakla ün salmış, bu konuda parmakla gösterilen bir gazete.

Röportaj yapılan kişi ise bu ülkenin 9’uncu cumhurbaşkanı.

Biliniz ki, sadece işimizi yapıyoruz.

Empatiyle...

Siz hangi cepheden bakıyorsunuz?

Benim için işlevsel olmak önemlidir. Ne yazarsam yazayım bir işe yarasın isterim. Gazetemizin imtiyaz sahibi ve Yönetim Kurulu Başkanı Didem Demirkent tarafından,

bu köşede sizlerle sohbete başlamam gündeme getirildiğinden beri bunu düşünüyorum:

İşinize yarayacak ne yazabilirim?

Doğrusu birkaç konu buldum. Önümüzdeki haftalarda yazacağım. Ama bu hafta sizlerle bir fıkrayı paylaşmak istiyorum.

Gerçi, "Yazıya işlevsellikten dem vurarak başladın, şimdi fıkradan bahsediyorsun" dediğinizi duyar gibiyim. Ama lütfen izin verin. Bırakın, anlatayım. Fıkra güzel,

üstelik öğretici.

Doğrusu, benim çok işime yaradı. Geçen hafta İNTES ile birlikte Ankara’da gerçekleştirdiğimiz "Dünyayı İnşa Edenler" toplantısında anlattım. Sonra Eskişehir Sanayi

Odası, Kuzey Ren Vestfalya Yatırım Ajansı ve DEİK ile birlikte düzenlediğimiz "Türk Dış Yatırımları Paneli"ne katılanlarla paylaştım. Her iki toplantıda

da beğenildi.

Fıkrayı, ilk kez Koç Holding’in şimdi yerini Turgay Durak’a bırakmış olan tepe yöneticisi Bülent Bulgurlu’dan duymuştum. Sonra bir toplantıda fıkra konusunda zengin bir portföye sahip olduğunu bildiğim Faruk Eczacıbaşı’na anlattım. Hiç duymamış.

Sıra sizde…

Serçenin biri karayolu üzerinde uçuyormuş. Bakmış karşıdan bir motosikletli geliyor.

"Ya" demiş, gelen araba değil, kamyon değil. Bir motosikletli…

Rotayı değiştirmeme gerek yok. Karşı karşıya gelince şöyle az biraz sağa kıvrılırım geçer gideriz.

Bir süre sonra serçe ile motosikletli gerçekten karşı karşıya gelmişler. Serçe de planladığı gibi sağa doğru biraz kıvrılmış. Ama motosikletli de aynı yöne kırınca, bizim serçe motosikletlinin kaskına çarpmış, bayılmış, yere düşmüş… Neyse, motosikletli insaflı bir adammış. Almış serçeyi, evine götürmüş. Bir kafes ayarlamış. Kafese rahat yatsın diye biraz ot, biraz su koymuş, kendisine gelmesi için bırakmış.

Aradan bir süre geçip bizim serçe kendine gelince, hemen kanatlanmış. Bir o yana, bir bu yana uçmuş. Ama nafile… Çıkamamış kafesten dışarıya… Bakmış, her tarafta demir parmaklıklar… Soluk soluğa, "Eyvah" demiş, "Gördün mü olanı? Çarptık motosikletliye öldürdük, bizi de kodese koydular…"

Gerçekten de olaylara nereden baktığımız önemli değil mi?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar