Başkanlık seçiminde son viraja girilirken heyecan artıyor
Başkanlık seçimine altı aydan az bir zamanın kaldığı Amerika’da başkan adaylarının belirleneceği kongreler için geri sayım başladı. Bu yılki başkanlık seçimini öncekilerden ayıran en önemli özelliklerden biri her iki parti seçmenleri arasında kendi adaylarından memnun olmayan bir kitlenin varlığı. Ne Cumhuriyetçiler Trump'ı ne de Demokratlar Clinton’ı içlerine tam olarak sindirmiş değil. 25-28 Temmuz tarihlerinde Philadelphia’da yapılacak Demokrat Parti Kongresi’nde Hillary Clinton’ın başkan adayı ilan edilmesi kesin. Cumhuriyetçi Parti’de ise belirsizlik devam ediyor. 16 adayın yarıştığı kampanya döneminde rakiplerine karşı büyük fark atan Donald Trump’ın, Cleveland’daki Kongre’de adaylığının tescil edilip edilmeyeceği henüz belli değil. Parti’nin kuralları önseçimlerde rakiplerine karşı üstünlük sağlayan ve yeterli delege oyuna ulaşan adayın başkan adayı seçileceği yönünde olsa da Cumhuriyetçilerin başka bir isim üzerinde anlaşmalarına karşı bir kayıt yok. Trump’ın ekonomi, dış politika, ulusal güvenlik ve göçmenlik konularında Cumhuriyetçi Parti’nin felsefesine uygun olmayan görüşlerine ilaveten ülkede yaşayan farklı gruptan insanları hedef alan söylemleri bu olasılığı arttırıyor. George H. W. Bush ve George W. Bush dışında, yakın bir zamana kadar Parti’nin seçtiği başkan adayı kim olursa olsun destekleyeceğini açıklayan Jeb Bush da seçimlerde oy kullanmayacağını açıkladı. Bush’lar dışında Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen bazı politikacıları da Trump’a karşı. Hatta, içlerinde Clinton’ı destekleyebileceklerini söyleyenler bile var. Peki Cumhuriyetçi Parti delegelerinin kongrede Trump’ın adaylığını engelleme yönündeki çalışmaları bir sonuç verir mi? Kongreden farklı bir sonuç çıkması ihtimali Trump’ı da endişelendiriyor olmalı ki, delegelerin başka bir aday üzerinde anlaşmalarının seçmenlerin iradesine saygısızlık olacağı kadar yasal olmayacağını da açıkladı.
***
Trump’ın, Amerikan tarihinde Tanrı’nın yarattığı en fazla istihdam yaratan başkan olacağını; başta Çin, Japonya, Meksika ve dünyanın diğer ülkelerinin Amerika’dan götürdükleri istihdamı geri getireceğini vaadeden söylemleri, işsizlik ve gelir dağılımındaki bozulmadan etkilenen halka cazip geliyor. Seçilirse, Çin, Meksika, Japonya ve bunlar gibi Amerika’nın dış açıklarında önemli paya sahip ülkelerden ithalata vergi koyacak. Trump’ın görüşleriyle Demokrat aday Bernie Sanders’in görüşleri arasında ekonomik konularda benzerlikler var. Her ikisi de yüksek işsizlik ve düşük ücretlerin nedeni olarak ülke çıkarları gözönünde tutulmadan yapılan ticaret antlaşmalarını gösteriyor. Clinton’ın da –dışişleri bakanlığı döneminde desteklediği Trans-Pasifik Ticaret antlaşmasına şimdi karşı oluşu dikkate alındığında – bu görüşlere uzak olduğu söylenemez. Eğitim ve altyapı yatırımlarına ağırlık vereceğini, sermaye kazançları üzerindeki vergileri arttıracağını söyleyen Clinton’ın vaatleri sorunların uzun vadede çözümü açısından daha gerçekçi. Peki, Trump iddia ettiği gibi istihdamı arttırabilir mi? Moody’s tarafından yayınlanan bir rapor iddia edilenin tam tersi sonuçları ortaya koyuyor; dört yıllık Trump iktidarı sonunda dış dünyadan daha izole edilmiş, yatırımların ve göçmen sayısının azaldığı, işsizliğin yüzde 7’lere tırmandığı, ekonominin uzun süren bir resesyona girdiği, vergilerdeki azalma sonucu zenginlerin daha çok zengin olduğu bir Amerika.
***
Son kamuoyu yoklamalarına göre, Clinton Trump’ın önünde görünüyor. Bu konumunu koruyup koruyamayacağı belli değil. Kampanya süresince Trump’ın Latinoları hedef alması kendisi açısından iyi olmadı. Latinoların seçmen sayısı 27 milyonun üzerinde ve yapılan anketler her on seçmenin dokuzunun Trump’a karşı olduğunu ortaya koyuyor. Cumhuriyetçi Parti’yi destekleyen Fox News’in yaptırdığı bir ankete göre Latinoların yüzde 62’si Clinton’ı, yüzde 23’ü ise Trump’ı destekliyor. National Review’in 12 Mayıs tarihli sayısında “Donald Trump’ın Anayasası” başlıklı yazısında Josh Blackman, seçildiği takdirde Trump’ın Başyargıç John Roberts önünde edeceği anayasaya bağlılık yemininin onun için bir anlamı olmayacağını, çünkü anayasayı sürekli çiğnediğini, ifade özgürlüğünü sınırlamaya çalıştığını söylüyor. Cumhuriyetçi siyasetçiler arasında bu görüşte olanlar az değil. Hangi görüşten olursa olsun Amerikalılar ülke anayasasının bir defalık da olsa delinmesine karşı. Farklı etnik gruplardan oluşan ülkenin büyük devlet olmanın ötesinde dünyanın ileri demokrasileri arasında yer almasının en önemli nedenlerinden biri herhalde bu olsa gerek.