Başkanın adamları
Türkiye, yeni yapısal siyasi düzeni uzun ve yıpratan bir süreçte tartışıyor. Henüz içselleştiremediğimiz danışman ve yardımcı kadrolar dönemin önemli parçası. Danışman ve yardımcı sıfatını taşıyan kişiler, iş dünyasında ve yönetim literatüründe çokça tartışmaya neden olurlar. Sorun danışmanların yetkinliklerinden, bazen de danışmanları kullanacak kadroların yetkinliğinden kaynaklanır. Çok güçlü danışmanlar, yerini doldurmayanlar, maksadını aşanlar her zaman olur. En önemli sorun görev tarifine ve sorumluluğa dayanır.
Danışman kadrolarının kullanılmasını doğal karşılıyor, teşvik edilmeleri gerektiğini düşünüyorum, çünkü bir yöneticinin her konuya hakim olabileceğine inanmıyorum. Bununla birlikte danışmanların sayısı, görevi, başarı sistemiyle iş yürütmesi ve her daim kontrol altında tutulmaları gerekliliği hepsinin de ötesinde çalışmaları karşısında sorumlu tutulmalarının mevzuatla düzenlenmesi gerektiğine inanıyorum. Aksi takdirde danışmanlık cennette bir mekan.
Doluya ya da boşa koysanız bir türlü olmayan bu kadroya ilişkin çok güncel iki örneği dikkatinize sunmak istedim. Biri ABD, diğeri Malezya’dan. Farklılar… Etkileri de, görevlerinin sınırları da yeşerdikleri kültürde aranmalı. Değerlendirmenize sunuyorum;
Tarihin akışını değiştiren bir portre
“Medeniyetler Çatışması” terimini siyasi literatüre hediye eden Bernard Lewis, 101 yaşında, geçtiğimiz hafta hayata veda etti. ABD’nin, Ortadoğu politikalarını oluşturan gelmiş geçmiş en güçlü tarihçi danışmandı. Irak savaşının mimarıydı. Mutfaktaki “entelektüel guru” olarak anılırdı. Kendisini, tarihçi akademisyen olarak görenler olduğu kadar, propaganda makinesi olarak tanımlayanlar da vardı.
Lewis, aslen İngiliz, sonradan Amerikan vatandaşlığına geçiyor, İkinci Dünya Savaşı’nda İngiliz İstihbarat Servisi için çalışıyor. George W. Bush yönetiminin en etkin ismi olana kadar geçen sürede ilginç yolculuğu var. Deniyor ki, hiçbir Başkan danışmanı onun kadar güçlü olmadı.
Arapça, İbranice, Farsça, Türkçe bilen Lewis yaşamayan dillerden Latin, eski Yunan ve eski Suriye dili olarak bilinen Aramaic’e hakimdi. Savaş sonrası Londra’da School of Oriental and African Studies’de (SOAS) okudu. Eğitimine daha sonra öğretim kadrosuna da gireceği Princeton’da devam etti.
Osmanlı’ya o kadar meraklıydı ki, bugüne kadar Osmanlı arşivleri yabancı olarak bir tek kendisine açıldı. Özellikle 8’inci ve 13’üncü yüzyıl İslam kültürüne meraklıydı. Ortadoğu’da İsrail ve Türkiye dışında medeniyet tanımazdı desem abartmam… Araplar bu yüzden kendisini sevmedi. Onun da zaten böyle bir derdi tasası olmadı. Ortadoğu’da gelmiş geçmiş en büyük inovasyonun “deve” olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti. Lewis’e karşı çıkan tarihçilerden Edward Said, Lewis’in, stereotip mitler yarattığını ve tarihe zarar verdiğini söyleyenlerdendi. 11 Eylül terör saldırısını, “Araplar özgür olduğumuz için bizden nefret ediyor” klişesine gömecek kadar Bush yönetimine destek verirken, küresel terör olgusunun, İslam karşıtlığının bir daha kapanmayacak şekilde ortaya çıkmasına vesile olduğu söylenebilir. Lewis, dünyayı fiilen ve entelektüel anlamda savaşa sokacak kadar ileri giden fikirleriyle bugün yaşadığımız Soğuk Savaş’ın tohumlarını ekenlerdendi.
Tecrübe yaşlanarak değil, yaşayarak kazanılıyor
Malezya Başbakanı Mahathir Mohamad, 9 Mayıs’ta yapılan seçimlerin ardından danışmanlar ekibiyle çalışacağını açıkladı. Yaşlarına bakarsanız İhtiyarlar Heyeti demek daha münasip. En yaşlısı 95 en genci 65 olan beş kişilik bir heyet. Ne kadar şaşırtıcı olursa olsun anlaşılan o ki, itinayla seçilmişler. İlk 100 gün hedefleri kamu maliyesini kontrol altına almak ve harcamaları kısmak, seçim vaadinde yer alan mal ve hizmetlerden alınacak vergilerin indirilmesi için çalışmak, 4,5 milyar dolarlık kalkınma fonu skandalına el atmak. Ekonomi ağırlıklı bir ajandaya sahip gibi görünseler de geniş bir yelpazede çalışacaklar.
Ekibin en yaşlısı olan Rober Kuok (94) Shangri-La Otellerinin ve Kerry Properties adlı emlak devinin kurucusu. Aslında lojistikten hizmet sektörüne kadar uzanan bir alanda servet yapmış. Zenginliğini 2. Dünya Savaşı sırasında pirinç, şeker, buğday, un ticaretiyle elde etmiş… Çin’le ilişkilerde Devlet Başkanı Xi Jinping’in arkadaşı olarak etkili. Diğer ülkelerde de tahmin edileceği gibi bir ağırlığı var. Hong Kong’da yaşıyor.
İkinci delikanlı Daim Zainuddin. 80 yaşında. 1984-1991 yılları arasında finans bakanlığı yapmış. İki kez ülkeyi resesyondan kurtarmış. Hiç kimsenin gözünün yaşına bakmamış, Başbakanın maaşını da kırpmış, acı reçeteleri bildiği gibi uygulamış. Malezya’da girişimciliği yaymak için çalışmış.
Ekibin tek kadın üyesi Zeti Aziz 70 yaşında. 2000-16 arası Merkez Bankası Başkanı. Kuvvetli bir kadın. Finans sektörünü hallaç pamuğu gibi atmış. 20 ticari bankanın 8 bankaya indiği konsolidasyon projesini yürütmüş. İslami bankacılığın yaygınlaşmasını sağlamış. 65 yaşındaki Hassan Marican, Fortune 500’deki tek Malezya şirketi olan Petronas’ın 15 yıl boyunca başkanlığını yapmış bir iş insanı; aynı yaştaki Jomo Kwame Sundaram, 7 yıl boyunca BM Genel Sekreteri yardımcılığı pozisyonunda çalışmış Başbakanın ilk dönemindeki icraatlarının karşısında şiddetle durmuş, en belalı eleştirmeni.
Liderler, ister iş dünyasında, ister ülke yönetimlerinde ekiple hareket etmek zorundalar. Her ülkenin ve veya kurumun sistemi de kültürü de farklı. İthal çözümler çözüm olmuyor.
Liyakat mi sadakat mi?
Seçimlere gidiyoruz… Siyasi partilerin yalnızca liderlerine ve milletvekillerine oy veriyoruz. Liderlerin danışman olarak kullanacakları kadrolar için de şeffaf bir bilgilendirme yapmaları gerekmez mi? Bakan olacak milletvekillerini dolaylı da olsa halk seçiyor, bu nedenle meşruiyetleri var. Danışmanları ise lider seçiyor. Neden kim olduklarını bilmediğimiz danışmanlarla yola koyulacak olan kişileri oyluyoruz. Neden onların mal varlıklarını, diplomalarını, uzmanlıklarını, geçmiş başarı ya da başarısızlıklarını, düşünce yapılarını öğrenemiyoruz?
Tarih rezil ve veya vezir eden danışmanlarla dolu. Ekonomiden sosyal hayatın en ince detayına kadar yaşamlarımıza dokunacak kararları alacak kişileri enine boyuna tanımamız ve kararımızı ona göre vermemiz hatta veto hakkımızın olması gerekmez mi?...