Basel 3 kararları finansal kriz riskini azaltmayı amaçlıyor
Geçen hafta, Basel Bankacılık Denetim Komitesi kriz sonrasında ele alınan yeni sermaye düzenlemelerinin küresel makroekonomik büyümeye ilişkin tahminlerini açıkladı. Bir süreden beri bankacılık sektöründe lobicilik faaliyetlerini yürüten Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) ve çeşitli gelişmiş ülkelerin Banka Birlikleri getirilen şartların oldukça ağır olduğunu, zaten zayıf olan ekonomik toparlanmaya ağır bir darbe vuracağını ve şartların hafifletilmesi gerektiğini bir süreden beri gündeme getirmekteydiler. (Ancak, sektör çıkarlarını temsil eden bu kuruluşların bu şekilde sonuçlar ortaya koymaları çok da şaşırtıcı değil.)
Daha Haziran ayında Basel Komitesi'nin konuyla ilgili küresel düzenleme arayışları zora girmişti. Fazlasıyla sert bulunan düzenlemeler karşısında, neredeyse bütün ülkelerin bankacılık otoriteleri istisnalar ve özel muamele yaklaşımları istemeye başlamıştı. Ortak bir karar çıkması nerdeyse imkansızlaşmıştı. Aslında, geçen Aralık'ta önerilen ilk etap değişiklikler sonrasında, Basel Komitesi'nin kendisi de Nisan ve Mayıs ayında yaptığı değerlendirmelerde bazı bankaların sermaye oranlarının %50 civarında düşeceğini görmüştü. Dünya'daki toparlanmanın beklenenden daha yavaş olacağının sinyalllerinin de ortaya çıkmasıyla birlikte Basel Komitesi ister istemez yeni kurallarda bazı sulandırmalara gitmek zorunda kaldı. Çekirdek sermaye tanımında ipotek hizmetleri gelirleri, ertelenmiş vergiler, ve iştirak paylarının oranının %10'dan %15'e çıkarılması, 30- günlük likidite ile ilgili varsayımların gevşetilmesi ve minimum basit sermaye oranının %3 olarak belirlenmesi bu sulandırmaların başlıcalarıydı. Nitekim, bunun sonucunda neredeyse bütün büyük bankaların sermaye yeterlilik oranları önerilen eski kurallara göre %1.5 civarında düzelme gösterdi.
Basel Komitesi'nin tahminlerine göre, 4 yıllık bir geçiş süresi içerisinde sermaye yeterlilik oranının 3 puan artırılması bu süre zarfındaki milli hasıla artış hızını %0.6 oranında geriletecek. Ancak, sonrasında, finansal kriz ihtimalinin azalmasıyla, milli hasılalar olması gerektiğinin %1.7 daha üzerinde artış gösterecek. Ayrıca, gene aynı çalışmada, en ideal sermaye yeterlilik rasyosunun %10 olduğu ortaya konmuş. Zaten, halihazırda büyük Amerikan, İsviçre ve İngiliz bankalarının hemen hemen hepsinin sermaye oranı bu seviyelerde. Avrupa bankalarınınki ise bu orana çok yakın.
Öte yandan, IIF alınan kararlar sonucunda sermaye oranının 2 puan bile artırılmasının ABD, Almanya ve Japınya'dan oluşan G3 ülkelerinde milli hasılayı %3 gerileteceğini iddia etmekte. (Fransa Bankacılık Federasyonu ise daha da ileri giderek kararların AB milli hasılasına %6 civarında hasar vereceğini açıkladı.) Amerikan TMSF'sinin başkanı Sheila Bair'e göre ise bu kuruluşların analizindeki farklılık 2 sebepten kaynaklanmakta. Birincisi, söz konusu çalışmalar azalan finansal kriz riski sonucunda bankaların daha düşük faizlerden kaynak bulacağını öngörmemekte. İkincisi ise, kriz öncesinde, milli hasıla büyümesi bankaların aşırı kaldıraçlı bilançoları sayesinde artmış olsa bile, bu artış aslında gayri-menkul gibi büyük bir balon oluşturmuş olan ve patlamasıyla birlikte de çok yüksek sosyal maliyetler ortaya çıkaran sektörler kanalıyla olmuştu. Kısacası, bankacılıkta yüksek kaldıraç ortamı sermayenin yanlış dağılımına (misallocation) sebep vermekte. IIF (doğal olarak) bu noktayı da dikkate almamış.
Türkiye'deki duruma gelince. Krizden sektörün değil yara almak, aksine gelişmiş ülke bankalarına kıyasla güçlenerek çıktığını söylemek çok da yanlış olmaz. Her ne kadar Türkiye resmen Basel 2 uygulamasına girmemiş olsa da, pratikte sermaye yeterliliği hesabı son birkaç yıldır Basel 2 şartlarına çok paralel bir şekilde yürütülmekte. Bu şekilde hesaplanan sektör sermaye yeterliliği ortalaması ise %20'ler civarında. (Her ne kadar, 2009 sonunda %20.6 oran ay be ay azalarak Haziran sonunda %19.2'ye gerilemiş ise de, aynı dönemde kredilerin %20'nin üzerinde artmış olduğu dikkate alındığında, bu gelişme gayet normal.) Basel 3 ile getirilmek istenen minimum sermaye yeterliliğinin %10 olması planlandığını dikkate aldığımızda, Türkiye Bankacılığının son derece yeterli bir sermaye yapısı olduğunu söyleyebiliriz.