Başarısızlığa mahkum senaryolara bağlanmayın!
Geride bıraktığımız hafta genelinde, küresel ekonomi ile finansal piyasalardaki eğilimlerin farklılaştığına tanık olduk. Bir tarafta olumsuzluklar güçlenirken, diğer kesim sakin olmaya çalışarak bu durumu görmezden gelmeye çalıştı. Belirsizlik ve kırılganlık azalmadı; fakat aksi yönde algılama yaratmak için yoğun çaba harcandı. G-20 Zirvesi, Asya- Pasifik Zirvesi’ndeki gelişmelerin gölgesinde kalmaktan kurtulamadı ve umulan yönde heyecan yaratamadı: yapıcı olamayan tepkisel tavırlar nedeniyle, çözüme yönelik acil ve somut işbirliği bekleyenler bir kez daha hayal kırıklığına uğradı.
Asya-Pasifik Zirvesi’nde yapılan anlaşmalar, Çin’i yeni çekim merkezi olarak ön plana çıkarıyor; geçmişte güçlü olanların pabucu dama atılıyor. Gelişmekte olan ekonomilerin çoğu bu yeni duruma göre kendi çıkarlarını yeniden tanımlamaya ve buna uygun konumlanmaya önem veriyor; gelişmiş olanlar ise bu durumu görmezden gelerek statükolarını koruyabilecekleri gafletine düşmekten kurtulamıyor! Finansal piyasalar üzerindeki göreceli güçleri sayesinde dengelerin kendi aleyhlerine dönmesini önleyebilecekleri varsayımına sarılmayı sürdürüyorlar.
Sormak gerekiyor: küresel ölçekli riskten kaçınma eğilimi Batılı gelişmiş ekonomileri mi, yoksa Doğu’daki çekim merkezi etrafında kümelenenleri mi daha olumsuz etkiler? Bu konuda geri adımlar veya durdurun dünyayı inecek var anlamında teslimiyet içeren feryatlar hangi kesimden geliyor? Hangileri elinden geldiğince felakete hazırlanmaya çalışıyor, kimler eylem ve söylemleri ile böylesi bir gelişmeyi ötelemek için seferber oluyor? Bu çekişme küresel ekonomiyi nasıl etkiler?
Dünya ekonomisi en az iki kutuplu olmaya doğru hızla yol alıyor. Bu büyük değişim belirsizlik ve kırılganlığın artmaya devam edeceği, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı anlamına geliyor. Bu durumu hesaba katmayarak yapısal reform diye tutturanların belirleyiciliği azalıyor. Kafasını kuma gömmeyi alışkanlık haline getirip tehditlerle bu olumsuzluğu kimsenin fark etmeyeceğini düşünenler yalnızlaşıyor. Doğudakiler gelecek açısından elinin güçlü olduğunu ve Batının blöf yapmak ve krizle tehdit etmek dışında şansının kalmadığını biliyor; Batı ise bu durumun kendi içinde çözülme yaratmasını önlemeye veya en azından geciktirmeye çalışıyor. Jeopolitik gelişmeler konusundaki karşılıklı hamleleri de bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız tablo ekonomimize ilişkin kırılganlık algılamasını güçlendiriyor. Böyle gelmiş böyle gider demek, artık kimseyi teselli etmiyor. Olağan dışı fiyat hareketleri sıradan hale geldikçe, korkular artıyor. G-20 Zirvesi’nde açıklanan yüzde 2.1’lik küresel büyüme öngörüsü, nimet-külfet dengesinin anormal sayılabilecek ölçüde bozulmuş olduğunu teşhir ediyor; riskten kaçınma eğiliminin dalgalı bir şekilde güçlenmeye devam edebileceği beklentisini pekiştiriyor. Bizim için, son bir yılda yaşadığımızdan daha sert ve yıkıcı fiyat dalgalanmalarının yaşanması ve sipariş iptallerinin gelmesi olasılıklarını güçlendiriyor. Kendi çapımızda yaptıklarımızın veya yapamadıklarımızın bu olumsuzluğu dengeleyebilme olasılığı bulunmuyor.
Biliyoruz; kısa vadeli beklentiler yolu ile finansal piyasaları yönlendirenlerin yazdığı senaryolar ile siyaset ve ekonomideki orta vadeli eğilimlere bakarak üretilenler bir süre daha hiç uyuşmamaya devam edecek. Fakat zamanla biri geçmişin karanlığında yok olurken, diğeri evrim geçirerek yoluna devam edecek. Herkes az veya çok bir bedel ödemek zorunda kalacak; ancak yanlış tasarımlara abone olanlar bugünkü varlığını ve konumunu koruyamayacak! Yazdıklarımızı anlamakta veya kabullenmekte zorlanıyor olmanız, ciddi hatalar yapmakta veya böyle bir rotaya girme niyetinde olduğunuz anlamına gelebilir!