Başarının sırları: uyuşukluk ve tevekkül
Şimdi bu başlığı okuyanlar başarı için uyuşukluk ve tevekkül önerdiğimi sanabilirler. Her ne kadar bazı yönetim felsefeleri ve bazı yöneticiler buna yakın önerilerle gelirlerse de benim öyle bir önerim olamaz. Bazı yönetim felsefeleri İngilizceden çevirme “çalışıyorsa tamir etme” deyişinden hareketle zırt vırt yapılan değişikliğe karşı çıkarlar. Bizde bu konuda evvel Allah İngilizceye ihtiyaç bırakmayacak kadar deyiş vardır. “Otur oturduğun yerde”; “Eski köye yeni adet getirme”; “Dönen tekere çomak sokma” şeklindeki deyişler gibi. Bunlar arasında özellikle eski köye yeni adet getirmemek pek sık kullanılan bir deyimdir.
Sanıyorum 2000’li yılların başıydı bir kaç kere karşılıklı ziyaret ve yazışmalara rağmen bir türlü bir projeye bağlayamadığım, yani finansman bulamadığım, ‘Eğitici Eğitimi’ programını başlatmak için Kahire’ye gittim. Muhatabım Mısır FTTC (Foreign Trade Training Centre) yöneticisi Dr. Said Talaat Harb. finansman bulunmuş, katılımcılar hazır. Proje kapsamında Mısırlı işletmelere danışmanlık hizmeti verecek danışmanları eğiteceğiz.
Günün birinde, Dr. Harb, şimdi adını sanını unuttum, sanıyorum ekonomi bakanıydı görüşmek istiyor dedi. Kalktık gittik. Hoş beşten sonra bakan ve yardımcıları ilginç bir soru sordular.
Birinci ve ikinci nesil yöneticileri işletme yönetimi konusunda eğitip eğitemeyeceğimizi soruyorlardı. Bu soruyla ilk defa karşılaşmıyordum. Değineceğim nedenlerle o zamana kadar böyle bir eğitim programı tasarlamamış, geliştirmemiş ve vermemiştik.
Birinci ve ikinci nesil yönetici eğitimi kısacası zamanında başarılı olmuş, şirket veya şirketler kurmuş, paralar kazanmış, ille de önemli üniversitelerden derece almış olmayan iş sahip/yöneticileriyle, onların iş tecrübesi olmayan ancak ülke dışında (sıklıkla ABD ev İngiltere’de) iyi okullarda işletmecilik, mühendislik falan yapmış, oğulları/kızlarının eğitimi olacaktı. Eğitimin amacı aralarında nesil, yaklaşım, sosyal görüş ve tutum fakı olan babalar ve çocukların süre gelen anlaşmazlıklarını gidermek olarak tanımlanıyordu. Çok basit bir tanımla ‘babalar’ “Otur oturduğun yerde”; “Eski köye yeni adet getirme”; “Dönen tekere çomak sokma” derlerken ‘çocuklar’ meselelere “Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” şeklinde yaklaşıyorlardı. Aile şirketlerinin egemen olduğu Mısır ekonomisi için bu tür sürtüşmelerin ‘counter-productive’ olduğu konusunda bakan ve yardımcıları hemfikirdi.
Gerçekten de ikinci ve birinci nesil sahip/yöneticiler arasındaki anlaşmazlık yaygın bir gözlemdir. Birinci nesil sahip/yöneticiler zaman içerisinde tutarlı bir şekilde ‘iyi sonuçlar’ veren uygulamalara sahip oldukları inancıyla işlerini yaparken belli bazı şablonlar kullanırlar. Buna bazen ‘tecrübe’ denir. Tecrübe, veya yeni tabiriyle deneyim, ilginç bir kavramdır. Bir yanda Albert Einstein’in “Öğrenmeme engel olan tek şey aldığım eğitimdir” ve “Bilginin tek kaynağı tecrübedir” sözlerini dayanarak denenmiş şablonlardan şaşmayanlar vardır. Tecrübe elbet önemlidir. Bir şirketi yönettiğim 80’li yılların başında Beyrut’taki bir deniz ürünleri ticaret şirketiyle yapmak üzere olduğumuz anlaşma iptal oldu. Sebep imza töreni için sembolik bir teslimat yapmak üzere oraya gelen şok dondurma gemisinin taşıdığı balıkların kan revan içinde pelte gibi çıkmasıydı. Şaşkınlık içindeki kaptan ve gemi teknisyenleri buzlanmış balıklrın kasalarında nasıl spagetti görünümü aldıklarını anlamadıklarını ve ‘kitabın her dediğini yaptıklarını’ anlatırken ben “Balık pazarına uğrayıp bir kilo taze balık alsaydınız” demekten başka bir şey yapamamıştım. Aynı yıl Boğaz kenarında yürürken bir balıkçıya bu olayı anlattığımda “Sardalye de tutmuşlar mı?” diye sormuş sonra da “Sardalye kasalarını diğer kasaların üstüne koydularsa sardalyeler inek gibi kanar alt kasalardaki buzları eritir. Sardalye kasaları en alta tek sıra dizilir” diyerek bir ‘tecrübe’ dersi sunmuştu.
Diğer yanda ise benim gibi “Tecrübe aynı hataların tekrarından da oluşabilir” veya “Tecrübe olaylar ve sonuçlarının yanlış yorumlanmasından da oluşabilir” diyen ve tecrübeye ihtiyatla yaklaşanlar vardır. Bu gurubun haklı olduğu çok şey vardır. Çünkü deneyimin hiç bir şeyin garantisi olmadığı bellidir. 538 Kişinin öldüğü tarihin en büyük uçak kazasına sebep olan kaptan pilot Jacob van Zanteen 21 yıllık pilottu. 300 yolcunun boğulduğu gemi kazasının kaptanı Lee Joon-Seok kırk yıllık kaptandı. Her iki kaptan da tecrübelerine güvenip, “Başkası yapamaz ama ben yaparım” deyip ‘kitabın’ yapma dediği şeyleri yaptıkları için hatalıydılar.
Çoğu kez birinci nesil ikinci nesli “maceraperest” olarak eleştirirken ikinci nesil birinci nesli “statükoya razı (mütevekkil) ve aşırı ihtiyatlı (uyuşuk)” olarak görür. Aslında bu doğal çekişme ‘başarının sırrını tecrübesiyle yakalamış, statükoyu değiştirmenin riskine toleransı düşük’ yönetici ile ‘başkalarının tecrübelerini okumuş başarıyı statükoyu değiştirmede arayan yöneticilerin’ çekişmesidir. Yoksa nesillerle direkt bir ilgisi yoktur. Göze çarpan ilişki işe yeni giren bir teknokratla eski yöneticiler arasında da kolaylıkla gözlenebilir.
Maceraperestler! ‘büyük başarılar kurallara en uyumlu hareket edenin değil kuralları baştan yazanındır’ sloganıyla hareket ediyorlar. Söz gelimi, alt tarafı iki dilim ekmek arası köfte olan McDonalds’ın yeni bir çağ açan franchising başarısı ne köftesinin lezzetinden ne de restorandaki hizmetin kalitesinden olmadığı için ‘kural yazmaya’ örnek olarak en sık verilen örnektir. Küçük çocukları olan aileler için çatalsız, bıçaksız, tabaksız, cam bardaksız, elle yemek yemeği kabul edilebilir hale getiren McDonalds’ın yemek yemenin kuralarını yeniden yazdığı ve bunun için başarılı olduğu ileri sürülür. Süreli başarılara imza atan Pixar Animation Studio kuralları yeniden yazanlara bir başka örnek olarak verilir. Pixar çizgi filim dalında gişe rekorları kıran TV ve sinema filmlerini peş peşe piyasaya sürerek başarıda sürekliliği yakalamış işletmelere örnek olarak gösterilir. Pixar’ın reyting rekorları kıran Simpsons dizisi çizgi filim dalında bir çok kuralı değiştirmişti. Çizgi filimler ‘prime time’ kuşağında olmaz bilinirdi oldu; çizgi filimler çocuklar içindir dendi, öyle değilmiş; siyasi şakalarla dolu bir çizgi filim olmaz dendi, olurmuş.
Peki uyuşuk ve mütevekkil olmayıp da yeni kurallar peşinde koşanlar bunu nasıl beceriyorlar. Pixar şirketi uyuşukluk ve tevekkül karşıtı politikalar izleyerek başarılı olmuş. Söz gelimi Pixar’ın yazar ve direktörlerinden biri olan Brad Bird bakın ne demiş: “Bana kimsenin dinlemediği, iş yapmanın başka biçimlerini öneren dışlanmış adamlar lazım. Isı ölçer gözlükle bakıldığında hararet saçan adamlar arıyorum.” Yani Bird eski köye yeni adet getirecek insanlar arıyorum diyor. Bird devam ediyor “Şimdiye kadar hep başarılı oldunuzsa ne yaparsınız? Sizi başarılı kılan şeylerin sınırlarını zorlar, başarısızlık getirecek korkulu işler denersiniz. Herkes ne düşünüyorsa herkesin içinde söyleyecek. Alışılagelmiş şeyler dışındaki önerileri hep beraber eleştireceğiz, öneri sahipleriyle alay edeceğiz ve de başka yeni fikirler için cesaret vereceğiz.” Bird ekipçe moralli bir işletmenin önemine de değiniyor: “Moraller düşükse harcadığınız her 1 dolar için 25 sent değer yaratırsınız. Moral yüksekse harcadığınız her 1 dolar 3 dolar kazandırır. Son olarak Bird pasif-agresif insanlara dikkat çekiyor: “Grup içinde rengini belli etmeyen ama perde arkasından konuşan insanlar zehir saçarlar. Bunları çabucak teşhis edip kovalamak gerekir. Kısacası Pixar devamlı yenilik peşinde koşan insanların fikirlerini herkesle paylaştığı morallerin yüksek tutulduğu, alışılagelmiş kalıpların bir kenara kolaylıkla atılabileceği yenilikçi, risk almaktan korkmayan ‘Oturduğu yerde oturmayan’; ‘Eski köye yeni adet getirmeye uğraşan’; ‘Dönen tekere çomak sokmaya uğraşan’ insanlarla dolu bir şirket.
Bu kolay başarılacak bir iş değil. Zaten kolay olsa herkes yapar. Onun için bir tane Pixar var. Diğer taraftan bir sürü yazar Pixar türü işletmelerin her iş kolunda başarılı olamayacaklarını, Pixar’ın tanımladığı ‘anarşist’ personelin yeni high-tech ve/veya enformasyon teknolojilerinde uygun olabileceğini ama klasik iş kollarında başarılı olamayacaklarını söylüyor. Kararı siz verin.
Peki Mısır’da birinci ve ikinci nesil yöneticilere istenen eğitim programını verdik mi? Vermedik. Neden mi? Ben eğitimin amacının bir kişinin işinde davranışını değiştirmek olduğunu, ortaya konan sorunun davranış sorunu olmadığını, bu nedenle konuda babalar ve çocuklara söyleyecek şeylerin süreli bir eğitim programına konu olamayacağını, bir konferans veya panelin daha uygun düşeceğini söyledim. Anlaşamadık.
Sağlıcakla kalın