‘Başarı hikayesi’ni çöpe atan Türkiye bocalıyor
Günümüzün dünyasında başarılı olmak ve öne çıkmak isteyen ülke ya da şirketlerin, küresel piyasaların ve medyanın beğendiği, iyi bir hikayeye sahip olması gerekiyor.Değerlendirme, küresel sistemin algılarına ve kriterlerine göre yapılıyor. Performansı başarılı bulunanlar ve hikayesi beğenilenler ilgi odağı haline geldiği için başarıyı sürdürme şansları önemli ölçüde artıyor. Şu ya da bu nedenle başarı hikayelerine gölge düşenlerin ise bu başarıyı sürdürme şansı önemli ölçüde azalıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin(AKP) iktidara geldiği 2002 yılından sonra ortaya koyduğu performansla, hikayesi beğenilen ülkelerden biri haline gelen Türkiye şimdi ne yazık ki bu şansı kaybetme noktasına gelmiş bulunuyor.
AKP’nin ilk iktidar döneminde Batı dünyasının ve medyasının benimsediği şablona göre Türkiye’de, küresel oyunda öne çıkmak isteyen, Avrupa Birliği ile bütünleşmeyi hedefleyen, ekonomiyi büyütürken demokrasiyi de geliştiren, sağlam seçmen desteğiyle siyasi istikrarı koruyan ve ılımlı İslam’ı temsil eden güçlü bir hükümet vardı. Türkiye, yıldızı parlayan ülkeler arasında gösteriliyordu. Başbakan Erdoğan bu durumdan gayet memnundu, muhalefet ise Batı medyasını gerçekleri saptırmakla suçluyordu.
Hazmedilemeyen başarı
Türkiye’nin AKP iktidarı döneminde elde ettiği başarıda, dış dünyadaki olumlu algıyı yansıtan bu şablonun büyük rolü oldu. Çok düşük bir iç tasarruf oranına sahip olan ve ekonomisini hızlı büyütmek için dış kaynak girişine ihtiyaç duyan Türkiye bu olumlu algı sayesinde hatırı sayılır miktarda dış kaynak çekebildi, doğrudan yatırım sermayesi girişi rekor düzeylere tırmandı. Ülke içindeki ekonomik potansiyeli seferber etmeyi başaran AKP iktidarı dış dünyada yaratmış olduğu olumlu izlenimle başarısını pekiştirdi.
Türkiye bu hikayeyi sürdürerek ve bu izlenimi koruyarak gelişmesini sürdürebilirdi ancak bir noktadan sonra başarı sarhoşluğuna kapılan Başbakan Erdoğan ve yakın çevresi, elde edilen başarıyı tamamen kendilerine mal ederek dış dünyanın etkisini küçümsemeye başladı. Onların algısına göre, küresel krize giren Batı’nın normlarına uymaya gerek kalmamıştı, artık kendi bildiklerini okuyabilirlerdi. Ekonomiden siyasete ve dış politikaya kadar her alanda başına buyruk davranmayı marifet sayan bir anlayış benimsendi, Avrupa Birliği yerine Şanghay Beşlisi’nden söz edilmeye başlandı.
Bu yeni tavrın Batı’nın tepkisini çekmesi, Batı medyasındaki Türkiye algısını değiştirmesi kaçınılmazdı. Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı olaylarını dış güçlerin ve küresel sermayenin oyunu olarak nitelemesi bardağı taşırdı, Batı’nın gözündeki Türkiye imajı tamamen değişti. Yeni şablona göre Türkiye’de giderek demokrasiden uzaklaşan bir iktidar ve her konuda kendi bildiğini okumaya kalkan, sözüne güvenilmez bir başbakan vardı, Türkiye ekonomisi en kırılgan beş ekonomiden biri haline gelmişti.
Siz de mi Sayın Babacan?
Dış dünyadaki ve özellikle Batı’daki Türkiye algısının bu şekilde değişmesi Sayın Başbakan ve çevresinin dış komplo iddialarına daha da fazla sarılmalarına yol açtı. AKP ile Gülen cemaati arasındaki kavganın ardında da her zamanki gibi Amerika’nın ve dış güçlerin olduğu ileri sürüldü. İran’a karşı uygulanan ambargoyu delme operasyonunda kullanılan Halkbank’ın küresel finans sisteminden dışlanması da Türkiye’yi hedef alan komplonun bir parçası olarak gösteriliyor şimdi.
Bu gülünç iddiaların Türkiye’nin dış dünyadaki imajını daha da bozması, Türkiye’yi başarıya götüren hikayeyi tarihe gömmesi kaçınılmaz. Bu başarı hikayesinin ortaya çıkmasında en önemli rolü oynayanlardan biri olan Ali Babacan’ın bile şimdi bu komplo korosuna katılması Türkiye’nin yakın geleceği için iyimser olmayı daha da zorlaştırıyor.