Başarı hikayesi oluşturmalıyız

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Yeni dünya sisteminin şekillenmesi zaman almakta olsa da, değişimin kaçınılmaz olduğu ortak kabul gördüğü için, ülkelerin büyük çoğunluğunun derdi bu süreçten zararlı değil kazançlı çıkmak. Zaten kriz boyunca sık sık gündeme gelen "küresel planda ortak politika arayışları", toparlanma ile birlikte yerini her ülkenin kendi sorunları ile ilgili olarak geliştireceği özel ya da özgün politikalara bırakmıştı; bunun böyle olacağını da önceden söylemiştik. Dolayısıyla esas önemli olan, kriz sonrasına hazırlanma ve yerini yeniden konumlandırma ile ilgili stratejilerin tasarlanması olacaktı ve bu bağlamda küresel konjonktürde ve finans sisteminde düzelmenin gecikmesi, sanıldığının aksine, bizim gibi ülkelerin yapısal sorunlarını aşmak için zaman kazanması demekti. Aradan yaklaşık bir buçuk yıl geçtikten sonra artık içinde olduğumuz bu süreci ve küresel belirsizlik dönemini nasıl değerlendirmekte olduğumuza bakmanın zamanıdır.

Krizi atlatmak yeterli değil

Aslında uzunca bir süredir çeşitli medya kanallarını dolduran ve egomuzu okşayan bir performans göstergesi var: "krizden hızlı çıkmış olmak". Ancak bunun yükselen ülkeler arasında bir avantajdan çok, öncesinde yüksek bir daralma yaşadığımız için, daha ziyade bir zaman kaybı ifade ettiğini unutmamalıyız. Dünya üzerinde yön arayan yatırım sermayesi açısından ise yeniden oturduğu büyüme yörüngesi ile Türkiye'nin cazip alternatifler arasına yeniden girdiği açık.

Öte yandan Davos'taki oturumlarda da anlaşıldığı gibi yeni dünya düzeninde birinci derecede belirleyici ekonomiler arasında yer almayan Türkiye'nin bölgesel bir güç ve refah merkezi olmak için de kısa zamanda tamamlaması gereken bir başarı hikayesine ihtiyacı var. Bunca yıldan ve deneyimden sonra rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu hikayenin temel unsuru, olabildiğince yüksek, ama istikrarlı bir büyüme performansının sürdürülebilirliği konusunda güvence verilmesi olmalıdır. Bunun için öncelikli şart, ülke riskini ve finansman maliyetini yükselten yapısal zafiyetlerin belirli bir takvim ve öncelik sırası içinde giderilmesidir.

Yoksa sadece konjonktür fırsatlarına uyum gösteren ve dengeleri koruyan savunma odaklı bir yönetim becerisi, ülkeyi istenen düzeyde bir cazibe merkezi yapmaya yetmez. Ekonomiyi, hızlı büyümeyi sürekli taşıyabilecek bir dinamik yapıya kavuşturmak gerekir.

Sürdürülebilir büyüme için stratejik tercihler

Peki bu mümkün müdür? Kolay olmasa da evet. Bu amaçla önce konjonktür sorunları ile ilgili özenli bir yönetimi (sözgelişi mali disiplini) garanti etmek, ama aynı zamanda kendi oluşturacağımız ve bütün toplumsal kesimlerin desteğini arkasına koyacağımız stratejik program tasarımını kapsamlı bir şekilde uygulamaya koymak durumundayız. Program tasarımında, ekonominin üreteceği katma değer ve sahip olacağı verimlilik düzeyi, kamu finansmanını uzun vadede sağlıklı bir şekilde karşılayacak etkin bir vergi sistemi, eğitime ve araştırma geliştirmeye ayrılan kaynağın radikal bir tercihle rekor bir düzeyde arttırılması gibi stratejik tercihlere, farklı kesimlerden gelebilecek tepkiler göğüslenerek, bağlı kalınması kritik önem taşıyacaktır.

Bir yandan büyümeyi destekleyecek iç dinamikleri zaman içinde güçlendirecek reform süreçlerini yürütürken, diğer yandan da kısa ve orta vadedeki kaynak açığını gidermek için dış yatırım cezbedilmesine öncelik vermeliyiz. Sürdürülebilir büyüme performansı ile ilgili sağlam bir imaj oluşturabilirsek, sanayi stratejisinde belirlenen "Avrasya'nın üretim üssü olmak" gibi alt vizyonların da altını doldurarak ülkede ciddi bir yatırım yoğunlaşması yaratabiliriz.

Kaldı ki kredi değerlendirme kuruluşlarının notlarında da olumlu bir değişim giderek kaçınılmaz olacak. Hatırlayacağınız gibi sürekli eleştirdiğimiz "siyasi istikrar" değerlendirmesinde bizim gibi demokrasi tercihinden vazgeçmeyenleri cezalandıran, totaliter rejimleri ödüllendiren yaklaşım, sanırım Mısır, Tunus ile başlayan kitle hareketleri ile geçerliliğini yitirecek.

Sermayemiz insan gücü ve demokrasi

Temel amacı" sürdürülebilir büyüme" olarak tanımlayınca, Türkiye'nin diğer yükselen ülkelere oranla, doğal kaynaklar, ucuz işgücü ve tasarruf açığı yönünden handikaplı olduğunu, ancak artış trendindeki büyük genç nüfus, çeşitlenmiş sanayi yapısı ve olgunlaşma yolundaki demokrasisi ile bunları dengeleyebileceğini göz önüne alalım.

Ortadoğu'daki olaylar nasıl demokrasimizin değerini bilmemizi hatırlatıyorsa, büyük insan potansiyelimiz de büyümeye en fazla katkı yapan üretim faktörü olarak insan gücünün eğitimine ve donatılmasına yatırımı öncelik saymamızı hatırlatmalı…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019