Bankaların büyümesinde gelinen sınırlar
Bankalar ekonominin aynasıdırlar. Bankaların, ne kadar ihtiyatlı olsalar da, bilançolarını reel ekonomideki gelişmelerden tamamen soyutlamaları mümkün değildir. Bu bağlamda, gerek son 3 yıldır ekonominin trendin çok altında büyüyor olması, gerekse de bugünlerde ekonomik göstergelerin sene başındaki en kötümser beklentilerin bile ötesinde bozulmuş olması, banka bilançolarının menfi bir şekilde etkilenme ihtimalini artırmış ve dolayısıyla da büyüme kapasitelerini azaltmış bulunuyor.
Şahsen bugün için bankalar açısından öne çıkan 4 tane sıkıntı (İngilizce tabiriyle ‘distress’) noktası görüyorum: 1- Kredi tahsilatlarında kötüleşme, 2- Faizlerdeki artış ve kâr marjındaki daralmanın kârlılık üzerinde etkisi. 3- Kaynak temininde olası zorluklar. 4- Sermaye yeterlilik oranlarında gerileme. Bu noktaları tek tek incelersek:
1- İlk bakışta kredi tahsilatlarında oransal olarak bir kötüleşme göze çarpmıyor. Sektörün takipteki alacaklar / toplam krediler rasyosu yüzde 2.9. Bu rakam son 1 senedir neredeyse aynı. Ancak pek çok banka dönem içinde batık kredilerini bilançodan siliyor veya satıyor. Bunun etkisini bu rasyodan tespit etmek mümkün değil. Öte yandan, sene başında yüzde 3.5 olan bireysel kredilerin takipteki alacaklar rasyosu Temmuz sonunda yüzde 4.0’a yükselmiş. MB’nin Finansal İstikrar Raporu’nda canlı kredilerdeki risk birikimi için önemli bir gösterge olduğu değerlendirilen ‘yakın izlemedeki krediler’in ise 1. çeyrekte hızlı bir artış gösterdiği tespiti yapılmış. (2. çeyrekle ilgili bilgi henüz yok.) Kredi tahsilat performansı bakımından bir öncü gösterge sayılabilecek karşılıksız çek tutarlarında ise bu senenin ilk 7 ayında geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 45 artış söz konusu. Sonuçta, her ne kadar kredi tahsilatı konusunda net bir şey söylemek için erkense de, gidişatın olumlu yönde olmadığı ortada.
2- TBB’nin derlediği bilgilere göre Mart ayında yüzde 4.14 olan sektörün TL faiz marjı (verilen kredi-mevduat faizleri arasındaki fark) Haziranda yüzde 3.72’ye gerilemiş durumda. Ancak bu gerileme büyük ölçüde bazı kamu sermayeli bankalardan kaynaklanıyor. Bu, tabii ki, orta vadede kârlılığı menfi yönde etkileyecek bir durum. Öte yandan, bankacılığın ortalama fonlama vadesinin ortalama plasman vadesinden kısa olması nedeniyle, faizlerin artması da sektörün kârlılığını negatif yönde etkileyecektir. Özel bankalar ise politika faizlerinin er geç artacağı beklentisiyle kredi verme konusunda iştahsız duruyorlar ve/veya faiz marjını yüksek tutmaya çalışıyorlar (ama kamu bankalarının rekabeti altında bu oldukça zor tabii.)
3- Bankacılıkta son yıllarda meydana gelen bir gelişme de TL kredilerin giderek artan oranda mevduat-dışı kaynaklarla fonlanması oldu. Bankalar yurtdışından sağladıkları döviz kredilerini MB’ye zorunlu karşılık olarak yatırarak ve/veya swaplar vasıtasıyla geçici bir dönem için TL’ye çevirerek, kendilerine TL fonlama imkanı yaratıyorlar. Ancak son 1 aydır fiyatlamalardaki artış ve risk iştahındaki azalma ile birlikte swap hacimlerinde bir gerileme söz konusu. Bankalar bugünlerde TL açıklarını MB’ından daha elverişli faizlerle fonlama yaparak kapamayı tercih etmekteler. Ancak bankaların giderek artan miktarlarda kendilerini MB’den fonlaması sağlıklı bir gelişme değil. Ayrıca, küresel fon akımlarındaki daralmayla dış borç çevrilme oranlarında (roll-over ratio) yaşanabilecek bir azalma, fonlama ihtiyacını daha da artırabilir. (MB bunu öngörerek bankaların gerektiğinde kendisinden döviz kullanma imkanlarını artırdı.)
4- Son dönemde dikkat çeken bir başka gelişme de sektörün sermaye yeterliliği rasyosunda (SYR) görülen azalma. Sene başında yüzde 16.3 olan bu rasyo Temmuz sonunda yüzde 15.1’e gerilemiş durumda. (Özel bankalarda bu oran yüzde 14 seviyesinde.) Her ne kadar, bu seviyeler yasal seviye olan yüzde 8’in çok üzerinde ve herhangi bir sermaye zafiyeti algısı yaratmaktan uzaksa da, bazı bankaların hedef seviye olan yüzde 12’ye yaklaşmış olma ihtimali belirmekte. Rasyonun son dönemde hızlı düşüşünde etkili olan ana faktör kurlarda görülen hızlı artış. (Kur artışı rasyonun hesaplanmasında döviz kredilerine ayrılan karşılıkları otomatik olarak artırıyor.) Temmuz sonundan bugüne kadar kurlarda yüzde 10 kadar bir artış daha meydana geldiği dikkate alınırsa, SYR’lerde gerilemenin devam etmekte olduğu sonucuna varılabilir. Öte yandan, bu süreçte, yukarıda sıraladığım nedenlerle azalan kârlılıklar da rasyonun payında (özkaynaklar) istenilen seviyede bir artış yaratmayı zorlaştırıyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım sıkıntı noktaları kesinlikle sektör konusunda endişe yaratacak boyutlarda değil. Ancak, şu da bir gerçek ki, bugünkü konjonktürde ve halihazırdaki bilanço yapısıyla bankacılığın risklerini artırmadan ekonomiyi ivmelendirecek bir kredi genişlemesine gitmesi de pek mümkün değil.