Bankalara hücum
Küresel ekonominin yapısal sorunlarında bir değişiklik yok. Politika yapıcılar sorunları öteliyor. Bir kestirme çözümden ötekine geçiliyor. 2008 krizinden sonraki dönem, reformlar açısından iyi değerlendirilmedi. Fırsatlar kaçtı. Özellikle; AB bankalarının devletleştirilmesi düşünülebilirdi. Bu olay ciddi bir şekilde gündeme gelmediği gibi; bankacılık sektörünün temettü dağıtmasına, çalışanlara yüksek ikramiyeler verilmesine göz yumuldu.
Euro bölgesi için acısız bir çözüm yok. Kurumların, ülkelerin batması gerekebilir. Tabii bu süreç kademeli olmalı. Proses başlamadan önce, bankacılık sektörünün kayıpları karşılayıp karşılayamayacağından emin olmak gerekiyor. AB bankacılık sektörünün öz kaynak oranı, toplam varlıkların yüzde 3'ü. ABD'de bu oran yüzde 5'e yakın. AB bankacılık sektörünün öz kaynak oranını yükseltmek, uzun dönemde tek çıkış yolu gibi gözüküyor.
Piyasa ortamının, en azından bir süre daha, yatırımdan çok alım-satıma uygun olduğunu düşünüyorum. Şirket karlılıkları ile ilgili beklentiler aşırı iyimserlik taşıyor. ABD ve Avrupa'nın temel makro göstergelerindeki kötüleşme sürüyor. AB'deki likidite krizi, ABD'deki bilanço resesyonu devam ediyor. Piyasaya her gün negatif bir haber geliyor. Yunanistan temerrüde düşse de etkisi sınırlı olur görüşü kabul görmeye başladı. Yunanistan için pek ışık olmayabilir, ancak ülkenin başıboş bir şekilde iflas etmesine de izin verilemez. Bankalara hücum başlar. Siemens'in, mevduatlarını bir Fransız bankasından çekip Avrupa Merkez Bankası'na(AMB) yatırdığını açıklaması şok etkisi yarattı. Şaşırmaya gerek yok, çünkü bu yeni bir durum değil. İtalyan ve İspanyol bankalarına yönelik küçük çaplı hücumlar aylar önce başladı.
Bankaların hisse fiyatlarına ve risk primlerine bakıldığında, mevcut durumun 2008 krizinden bile daha riskli olduğu görülüyor. En güvenilir bankalar olarak bilinen İsviçre bankalarına bile temkinle yaklaşılıyor. Avrupalı yatırımcılar, riski dağıtmak için paralarını ABD tahvillerine ve altına çeviriyor. Bankalar, fonlamayı AMB'den yapıyor. 2008'de tecrübe edildiği gibi; merkez bankası fonlamaları geçici rahatlama sağlar. Bankanın finansal gücünü fazla artırmaz.
AB'nin fazla bir manevra alanı kalmadı. Son çare; bankaların sermaye yapılarının yeniden düzenlenmesi gibi duruyor. Likidite krizi daha da derinleşmeden, bu hamle yapılır mı? Burası belirsiz. ABD'de bankaların sermaye yapıları, sistem çöktükten sonra düzenlendi. Politika yapıcılar, bu tarz nükleer opsiyonlardan kaçarlar. Ancak; çevresindeki dalkavukların, 'Siz bunu da yaparsınız' demesine rağmen, denizden gelen dalgaları durduramayan İngiltere Kralı Knud'un hikayesindeki gibi, merkez bankacıların ve politikacıların gelen dalgaları durdurma şansları yok.
Zayıf bankaların sermaye yapılarının yeniden düzenlenmesi, Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması(EFSF) yardımı ile yapılabilir. Tahminlere göre, büyük bir kurtarma operasyonunun maliyeti 3 trilyon Euro seviyesine kadar çıkabilir. İki-üç sene önce alınması gereken önlemler alınmadığı için, rakam zirve yapmış durumda. Bu gidişle, likidite krizi siyasilerin başını da yiyebilir. Sarkozy ve Merkel'in 2012 seçimlerinde işleri zor gözüküyor.