Bankacılıkta karlılık ve yoğunlaşma

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

GÜNDEM / Tugrul BELLİ [email protected] 2007 yılında mevduat bankalarımızın toplam kârı 13.5 milyar YTL ile rekor kırdı. Bankaların sene başı özkaynaklarına getiri olarak da yüzde 27.7 gibi gerçekten oldukça yüksek sayılabilecek bir kârlılık sağlamış olduğunu görüyoruz. Önceki sene de bu sayılar sırasıyla 10.2 milyar YTL ve yüzde 23.7 olmuştu. Normal şartlarda, uzun dönem böyle yüksek getiri sağlayan piyasalarda rekabetin zayıflamış olduğu, piyasa oyuncularının bir çeşit kartel şeklinde hareket ettiği ve bu durumu çözmek için rekabeti artırıcı önlemlerin alınması gerektiği düşünülür. Ancak Türkiye durumunda bankaların son yıllarda getiri sağlayan aktiflerinde yaşanan hızlı artışın bu kârlılık oranlarının sağlanmasında önemli payı var. Nitekim, eğer özkaynak getirisine değil de aktif getirisine bakılırsa, aslında çok da büyük bir artış olmadığı görülüyor. 2006'da yüzde 3.3 olan aktif getirisi 2007'de yüzde 3.4 olmuş. Peki bu yüksek kârlılık rakamları tüm bankalar için geçerli mi acaba? Türkiye'de faaliyet gösteren çok şubeli mevduat bankalarını neredeyse net çizgilerle ayrılan 3 farklı grupta değerlendirmek mümkün. Birinci grup aktif büyüklüğü 40 milyar YTL'nin üstünde olan 7 bankanın bulunduğu büyük bankalar grubu. İkinci grup aktif büyüklüğü 6 milyar YTL ile 21 milyar YTL arasında olan gene 7 bankanın bulunduğu orta çaplı bankalar grubu. Üçüncü grup ise aktif büyüklüğü 4 milyar YTL ve altında kalan 8 bankanın bulunduğu küçük bankalar grubu. Bu 3 grubun kârlılık performansları belirgin şekilde farklılık göstermekte. Büyük bankalar grubunun sene içi ortalama aktiflerine getirilerinin ortalaması yüzde 2.8. Bu rakam orta çaplı bankalar için yüzde 2.5, ve küçük çaplı bankalar için yüzde 1.5. (Küçük çaplı bankalardan bir tanesi mali tablolarını hâlâ yayınlamamış olduğu için bu gruptan 7 banka değerlendirmeye alındı.) Aynı trendi sene başı özkaynaklara getiri oranlarında da görmek mümkün: Bu oranlar sırasıyla yüzde 29.4, yüzde 24.5 ve yüzde 16.1. Görüldüğü gibi büyük bankalar, şüphesiz ölçek ekonomisi avantajından da yararlanarak, diğer grupların üzerinde bir getiri sağlamış bulunuyorlar. Küçük bankalar ise oldukça düşük bir kârlılık göstermekte. (Tabii, gruplar içerisinde bu ortalamaların oldukça üzerinde veya altında performans gösteren bankalar da var). Bankacılıktaki yoğunlaşma oranlarına bakıldığında büyük bankaların yıllar içerisinde toplam bankacılık pastasından giderek daha çok pay almakta oldukları görülüyor. Krizin hemen öncesinde, 2000 yılında, ilk 10 bankanın toplam aktifler içerisindeki payı yüzde 62.7 iken, 2007'de bu oran yüzde 88.1 oldu. Yukarıdaki şekilde büyük-orta-küçük olarak ayrıştırılarak incelendiğinde ise geçen seneye göre büyük bankaların payı yüzde 72.9'dan yüzde 72.2'ye gerilerken orta çaplı bankaların payının yüzde 23.6'dan yüzde 24.6'ya yükselmiş olduğu görülüyor. Küçük bankalar ise pay kaybetmeye devam ederek yüzde 3.5'ten yüzde 3.2'ye gerilemişler. Orta çaplı bankaların piyasa payı kapma yarışında bir atak içinde oldukları gözlemleniyor. Ancak, bu orta çaplı banka grubundaki yabancı sermaye girişlerinin nisbeten daha yeni dönemlerde olduğu da dikkati çeken bir nokta. Kısacası bu bankaların son 2 senede yabancılarla gerçekleştirdikleri ortaklıklarla birlikte piyasa paylarını artırma çabası içine girmiş oldukları söylenebilir. (Bankaları artık yerli veya yabancı bankalar olarak incelemek ise oldukça anlamsız çünkü 3'ü kamu bankası olan toplam 6 bankanın dışındaki 16 adet çok şubeli mevduat bankasının hepsinde az ya da çok yabancı sermaye olduğu görülüyor.) Türkiye'de bankacılık aktiflerinin, yeni milli gelir serisinin de teyit ettiği şekilde, milli gelire oranının çok düşük olduğunu (yüzde 63), bu oranın gelişmiş ülkelerde yüzde 150-300 civarında olduğunu ve sırf bu istatistiğe bakarak bile Türkiye'de bankacılık sektörünün hâlâ çok ciddi bir büyüme potansiyeli barındırdığını söylemek mümkün. Ancak, mevduat bankaları arasındaki bu büyüme ve toplamdan pay kapma yarışında ölçek ekonomisinin önemli bir avantaj olduğu da aşikâr. Bilanço büyüklüğü sendikasyon ve özellikle seküritizasyon gibi enstrümanların kullanılmasında önemli bir avantaj teşkil ediyor. Tüketici kredileri ve kredi kartları da ölçek ekonomisinin önemli olduğu alanlar. Ayrıca bir banka büyüdükçe sabit giderlerin toplam bankacılık gelirlerine oranı da düşüyor. Her ne kadar son yıllardaki yüksek büyüme ortamı içerisinde büyük-küçük her banka belirli bir kazanç elde etmiş gözüküyorsa da (ama salt kârlılık olarak olsun, ama uygun fiyattan hisselerini satabilmek şeklinde olsun), uzun vadede taşlar yerine oturduğunda, bazı bankaların yarışın dışında kalma olasılığı yüksek. Yanlış anlaşılmasın batma riskinden bahsetmiyorum, bankalarımızın mali sağlamlığı gayet iyi. Zaman içinde bazı bankaların marjinalize olma ihtimalinden bahsediyorum. Bu durumdaki bankaların sistemdeki diğer bankalar tarafından satın alınacağını da düşünmüyorum çünkü orta-küçük bankaların hiçbirinin büyük bankaların sahip olmadığı bilanço-içi veya dışı sinerjistik değerlere sahip olduğu söylenemez. Olsa olsa, bu bankalar sahiplik değiştireceklerdir. Bu bağlamda, yabancı sermayedarlar arasında bile pay değişiklikleri görmek şaşırtıcı olmayacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019