Bankacılıkta gözetim ve denetimin yerini hiçbirşey tutmaz

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Başbakan Yardımcısı Sn. Babacan hafta başında bankaların büyüklüklerinde bazı sınırlamalar getirilmesini düşündüklerini, bu sınırlamalardan birinin de toplam mevduatın %10'u olabileceğini belirtti. Ancak, bu sınırlamanın fazlasıyla polemik konusu olması üzerine, dün yaptığı açıklamada çalışmanın henüz başında olduklarını, bankaların halihazırdaki yapılarını zora sokacak önlemler düşünmediklerini, mevduatta %10 diye bir şeyin şimdilik söz konusu olmadığını ve her ülkenin kendi şartlarına göre sınırlamalar belirlemesi gerektiğini dile getirdi. Ancak, anlaşılan ingilizcede "too big too fail" olarak ifade edilen finans kuruluşlarının aşırı büyümesi nedeniyle ortaya çıkan sistemik riski önlemek için bazı tedbirler alınılması düşünülüyor.

Bankaların mevduat paylarını sınırlandırmanın "too big too fail" riskini ortadan kaldırma açısından doğru bir yaklaşım olduğu kanaatinde değilim. Eğer öyle olsaydı ABD'de 10 yıldan fazla bir süredir uygulanan bu kural sayesinde 2008'de yaşanan bankacılık krizi sırasında banka kurtarmalarına gerek kalmaması gerekirdi. Halbuki, pek çok banka bu barajın çok altında kalmış olmasına rağmen FED'in desteğiyle kurtarılmıştır. Bu limite yaklaşıp da zor durumda kalan tek banka Bank of America olmuş, onun yaşadığı zorlukların da önemli bir kısmı bizzat kamu otoritesi tarafından bu bankanın Merril Lynch adındaki yatırım bankasını almaya zorlanması nedeniyle oluşmuştur. Kısacası, mevduat sınırlaması fiiliyatta kamu maliyetini azaltıcı bir etki sağlamamıştır. 

İlk bakışta, eğer bankaların fazla büyük olması onların iflastan kurtarılmasını gerektiriyor ve bu durum da bir ahlaki tehlike yaratıyorsa, bankaların büyümelerine sınır getirilmesi en mantıklı yol gibi gözükür. Bu yaklaşım serbest piyasa ve deregülasyon savunucuları açısından da "kötünün iyisi" bir alternatif olarak görülebilir. Yani, denetim ve gözetimi sıkılaştırmak ve bilanço-dışı enstrumanlarla ilgili kısıtlamalar getirmek yerine, "mevduatı limitleyin ama bankaların ne yaptığına karışmayın" yaklaşımı pek çok bankacı için de cazip gözükebilir. Halbuki, bankaların salt bilanço büyüklüğüne odaklanmak, asıl problemleri göz ardı eden tehlikeli bir yaklaşımdır. Eğer, büyüklük bir problem olsa idi, bugün kriz karşısında Kanada bankalarının Dünya'da örnek teşkil eden etkileyici performansından bahsedemezdik. Kanada bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin %90'ı sadece 6 bankada toplanmıştır. Kanada'da toplam 73 bankacılık kuruluşu varken, ABD'deki bankacılık kuruluşu sayısı 8,021'dir. Son kriz sırasında ABD'de 100'ün üstünde bankaya el konulmuşken Kanada'da bu sayı sıfırdır. Kanada bankacılığında konut kredilerindeki karşılık oranı %1 iken, bu oran ABD'de %10'un üzerindedir. Ve bütün bunlara karşın, Kanada bankalarının son 10 yıldaki özkaynak getirisi %15'in üzerindedir. Kısaca, Türkiye bir bankacılık sistemini örnek alacaksa bu Kanada bankacılığı olmalıdır.

Mevduat kısıtlaması olası bir krizi önleyemeyeceği ve kamusal maliyeti azaltmayacağı gibi, bazı sakıncalar da doğuracaktır. Şöyle ki:

1- Mevduat tabanı bankacılık için bir risk unsuru değil, aksine bir stabilite unsurudur. Mevduat sigorta fonu tarafından güvence altına alınmış olan yabancı kaynaklar bir bankanın en güvenilir ve aslında en uzun vadeli kaynaklarıdır. ("Türkiye'de mevduatın vadesi kısa, bu da bir risk unsurudur" şeklindeki görüş ise çok doğru değildir.) Daha riskli olan ise mevduat-dışı yabancı kaynaklardır. (Zaten ABD'de de asıl olarak bu tür kaynakların kısıtlanması gündemdedir.)

2- Türkiye'de yaşanan en büyük bankacılık krizi bankacılıktaki konsantrasyonun artmasından değil, aksine sektörün fazlasıyla bölünmesinden ortaya çıkmıştır. 1990'lı yıllarda bankacılık tecrübesi olmayan, moralitesi zayıf ancak siyasi ilişkileri kuvvetli gruplara dağıtılan bankacılık lisansları sonrasında kontrol elden kaçmış, düzenleme ve denetleme fonksiyonları yapılamaz hale gelmiş, sektör kendi içindeki oto-kontrol mekanizmalarını çalıştıramamış, kıyasıya bir yıkıcı rekabet başlamış, ve sonuçta 2001 yılında çok sayıda bankanın iflasıyla kamu büyük bir maliyet üstlenmek zorunda kalmıştır. Kriz büyük bankalardan değil, aksine tüm pasifleri Devlet tarafından garanti altına alınmış olan denetimsiz orta-küçük bankalardan çıkmıştır.

3- Bugün bankacılık küresel bir rekabet alanıdır. 2000'li yıllarda yabancı bankaların piyasaya girmesiyle bu rekabet iyice kızışmış durumdadır. Milli bankalarımızın bu rekabet içerisinde başarılı olmaları için ölçek ekonomilerinden azami şekilde istifade etmesi gerekir. Bugün Türkiye'deki en büyük bankanın aktifleri bile gelişmiş ülkelerdeki muadil yabancı bankalara oranla çok küçük kalmaktadır. Ayrıca, bilindiği gibi Türkiye'nin toplam tasarruflarının (=mevduat hacmi) milli gelire oranı oldukça düşük düzeylerdedir. Mevduat hacmi kısıtlanacak olan bankaların büyüyerek rekabet etme şansı iyice azalacaktır.

4- Yüzde 10 (veya 15, veya 20) tamamen gelişigüzel seçilmiş oranlardır. Bu oran(lar)ın hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Ancak bir banka organik veya inorganik olarak büyümesi nedeniyle bir tekelleşme tehlikesi arz ederse, zaten durum Rekabet Kurulu ve BDDK tarafından incelenecek ve bir karara bağlanacaktır. Piyasa payı kısıtlaması ile ilgili sağlıklı olan yaklaşım, her vakanın kendi başına (case-by-case) incelenmesidir.

5- Esas olarak ABD'den kaynaklanan son kriz, bankaların denetiminde bilanço-içi unsurlardan çok, bilanço-dışı unsurlara ağırlık verilmesinin önemini ortaya koymuştur. Her ne kadar Türkiye'de bilanço-dışı riskler henüz önemli bir seviyeye gelmemiş ise de, ileride "gölge bankacılık" adı da verilen bu tür faaliyetlerin denetimi çok daha önemli olacaktır.

Sağlıklı bir bankacılık sektörü için dikkat edilmesi gereken en önemli husus denetim kuruluşunun yaptırım gücü, bağımsızlığı, ve siyasetten ve sektörün baskı gruplarının etkisinden muaf kalabilmesidir. BDDK bugüne kadar bu konularda gayet başarılı olmuştur. Ayrıca, az banka demek, aynı zamanda daha yakın ve etkili denetim ve gözetim demektir. (Kanada bankacılığının başarısının altında bu unsur önemli bir yer tutmaktadır. Hatta, denetim otoritesinin başı büyük bankaların yönetim kurulları'na da iştirak etmektedir. Sn. Bilgin'in de böyle bir yaklaşım sergilemesi faydalı olabilir.) Başlıkta da belirttiğim gibi, bankacılıkta yakın gözetim ve denetimin yerini hiçbir şey tutmaz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019