Bankacılık odaklı mikro tedbirler almak sorunu çözmez
Bilindiği gibi, gelişmiş piyasalarda yaşanmakta olan müthiş bir "deleveraging" (kredili pozisyonların kapatılması şeklinde tercüme edebiliriz) var. Bu durumdan bizim piyasalarımız ve finansal kuruluşlarımız da ciddi şekilde nasiplerini almakta. Borsanın düşüşü, faizlerin ve kurun yükselişi bir yana yurtdışı borçların yenilenmesi konusunda da ciddi problemler var. Bankacıların kendi ifadelerine göre taze kaynak bulmayı bir kenara bıraktık, önceden yapılan sendikasyonların çevrilme oranları bile yüzde 50-60 civarında gerçekleşecek. Üstüne üstlük Türkiye global krize zaten yavaşlamakta olan bir ekonomik ortamda girdi. Eğer milli gelir ve büyüme rakamları dikkatli incelenirse yavaşlamanın aslında 2006'nın 3. çeyreğinde başladığı görülebilir. Bu da, bizi bugün dış şoklara karşı ister istemez daha "etkilenebilir" kılıyor. Durumun ciddiyeti ortada iken, bankacıların bir kısmının "orta vadede her şey yolunda olacak; bu yaşadığımız geçici bir kriz; ve bu arada otoritelerden ne koparırsak kârdır" gibi düşünce yapıları içinde olduklarını görüyorum. Son günlerde basında çıkan demeçlerde yer alan konulardan birkaç örnek vermek gerekirse:
1- "yüzde 11 olan döviz kaynaklarının munzam karşılığı düşürülmelidir." Munzam karşılığın düşürülmesi tek atımlık bir silah gibidir ve en son çare olarak düşünülmelidir. Bugün itibarıyle 13 milyar dolar olan munzam karşılıkların tamamı Merkez Bankası'nın döviz rezervleri arasında gözükmektedir. Munzam karşılığın sıfırlanması demek rezervlerimizin bir anda bu kadar düşmesi demektir. Zaten, 70 milyar dolar civarında olan rezervlerimiz oldukça düşük sayılır. (Geçenlerde Devlet Bakanı Tüzmen de ideal olarak rezervlerin bir yıllık ihracatımız olan 130 milyar dolar civarında olması gerektiğini ifade etmişti.) Bir de bunların bir kalemde 57 milyar dolara düşmesi pek hoş olmayacaktır. Döviz sıkıntısı yaşayan bankaların döviz depo piyasası yoluyla Merkez'in gözetiminde fonlanması daha doğru bir yaklaşım bence. Ayrıca, bankacılık kesiminin toplulaştırılmış bilançosuna göre bankalarımızın 54 milyar dolarlık borcuna karşılık yurtdışında 24 milyar dolar mevduatları olduğu görülüyor. Herhalde, bu mevduatların tamamı bloke değil (Yoksa öyle mi?). Öncelikle bunlar kullanılabilir.
2- "Problem sendikasyon dönüşlerinden çok, özel sektörün bir yıl içinde ödemesi gereken 42 milyar dolardır." Artık herkes biliyor ki, son hesaplamalara göre miktarı 132 milyar doları aşmış bulunan özel sektörün yurtdışı borçlarının önemli bir bölümü TC'li işadamlarımızın şu ya da bu şekilde ve şu ya da bu sebeple yurtdışında tuttukları kendi paralarıdır. Bunların normal şartlarda yenilenmemesi diye bir sorun olmaz. Öyle olmasa bile, bazı firmaların yurtdışı borçlarını ödememesi iki ticari kuruluşun arasındaki bir meseledir. Ancak, bilmediğimiz bir şekilde bu krediler yerli bankalarla ilişkilendirilmiş ise ve geri ödemeleri (bazı gizli teminatlarla) bankalar tarafından garanti altına alınmış ise, onu bilemem doğrusu. (Böyle bir risk en azından bankacılığın toplu bilançosunda gözükmüyor.)
3- "50 bin YTL'lik mevduat garantisi yeterli / Mevduat garantisi sınırsız olsun." İki farklı görüşü savunan bankacılar da var. Birinci görüşü savunanlar tamamen kendi bilançolarına bakarak böyle bir görüşü destekliyorlar. İkinci görüşü savunanlar ise gerek bu tip tedbirleri alan diğer ekonomilere göre mukayeseli bir dezavantajımız olmaması açısından, gerekse de "Varlık Barışı" kapsamında Türkiye'ye çekilmesi planlanan TC vatandaşlarının büyük montanlı paralarının güvence altına alınması açısından böyle bir uygulamanın önemli olduğunu düşünüyorlar. Şahsen, "varlık barışı"nın bazı "gri" paraları yurtiçine çekmek dışında fazla bir etkisinin olacağını düşünmemekle birlikte, bu süreçte mevduatta tam garantinin doğru olabileceğini düşünüyorum. (Böyle bir uygulamanın BDDK'nın etkin denetiminde olan bir bankacılık sektörü için kısa vadede bir "ahlaki riziko" yaratacağını da düşünmüyorum.)
4- "Bankaların tüm yükümlülükleri garanti altına alınsın" - Bugünkü sorun likidite sorunu. Yabancı finans kuruluşaları Türk bankalarını çok riskli buldukları için kaynak vermiyor değiller. Kendileri kaynak bulamadığı için para veremiyorlar. Bankaların TC garantisi altına alınması sorunu çözmez. (Ya da başka bir şekilde ifade edersek bugün TC'nin kendisi yurtdışı piyasalarda hangi şartlarda ve ne kadar borçlanabilir ki?)
5- "2001 yılında tepkisel olarak getirilen 5411 no'lu bankacılık kanununa göre bankacıların kendisi ve ailesi ile birlikte tüm mal varlığı ile batan kredilerden sorumlu olma durumu kaldırılmalıdır." - Hadi, konunun son derece abartılmasını bir kenara bıraksak bile bu bugünün konusu mudur, allahaşkına?
6- "Bankacılıkta konsolidasyon şart, bu konuda teşvik edici düzenlemeler getirilmeli." Herhalde Türkiye'de çok şubeli mevduat bankacılığında yeterinden fazla banka olduğunu ve bir kısmının elimine edilmesi gerektiğini bugüne kadar en çok savunmuş kişilerden biriyim. Ancak bu eliminasyon zorla değil, yıllar içinde piyasa şartlarının dikte etmesiyle gerçekleşecek bir olgu. Zaten, gerçekleşiyor da. Türkiye'de toplam aktifleri 45 milyarın üzerinde olan ilk 7 büyük bankayı ele aldığımızda, bunların 2000 senesinde yüzde 58.8 olan payları yüzde 76.5'a yükselmiş durumda. (Aktifleri 10 milyarın üzerinde olan ilk 13 büyük bankanın payı ise yüzde 91.5.) Bu bağlamda, son dönemde yurtdışında görülen birleşmeler de bu konuda bir gösterge olamaz çünkü bu birleşmelerin tamamı düzenleyici otoritelerin denetiminde sistemik krizin artmasını önlemek için "batan bankanın daha iyi bir bankaya yamanması" şeklinde gerçekleştirildi.
7- "Kredi/mevduat rasyolarımız çok yüksek değil, bu nedenle problem yaşamayız." - Aynı kanaatte değilim doğrusu. Krizin uzaması durumunda işsizlik oranının en az 3-4 puan artacağını ve hanehalkının reel gelir düzeyinin düşeceğini herkes biliyor. Bir de bunun üzerine TL kredilerde reel faizlerin yüksekliği, döviz kredilerinde de kurların yükselmesi olgusunu eklersek, durum pek de parlak değil bence. Kore gibi konservatif sayılabilecek bir toplumda bile ciddi sorunlar çıkıyorsa, bizim gibi ayak-yorgan uzunluğunu algılama konusunda özürlü olan toplumlarda haydi haydi sorun çıkar. İşi rakamsal boyuta dökersek, tahsili gecikmiş alacakların bugünkü yüzde 3.3 seviyesinden yüzde 11'e çıkması bankacılığın ortalama sermaye yeterliliği rasyosunu BDDK'nın istediği minimum rasyo olan yüzde 12'nin altına düşürecektir. (Bu ortalama tabii. Bu rasyonun çok altında kalabilecek bankalar da olabilir.)
Bugün için odaklanılması gerekilen nokta tam olarak neye hizmet ettiği belli olmayan bu tip mikro tedbirler almak değil, Türkiye'nin vakit kaybetmeden IMF ve diğer uluslararası örgütlerden (ya da yeni örgütlenmelerden) yüksek montanlı likidite desteği almasıdır.