Bankacılık daha fazla risk almadan genişlemesini sürdürebilir mi?
MB Başkanı Sn. Başçı’nın hafta başında Kayseri Sanayi Odası’nda yaptığı sunumda en büyük merak konusu geçen ay gerçekleştirilen 50 baz puanlık politika faizi indiriminin önümüzdeki haftaki PPK’da devam edeceği yönünde sinyaller verilip verilmeyeceği idi. Başçı ise hazirandan itibaren enfl asyonda meydana gelecek düşüşler paralelinde “ölçülü” indirimler yapılabileceği şeklinde bir mesaj ortaya koydu. Ancak unutmayalım ki, her ne kadar düşeceğini biliyorsak da Haziran enfl asyonu 3 Temmuzda açıklanıyor. Özellikle son günlerde hızla gelişen ciddi jeopolitik riskler de dikkate alındığında, Başçı negatif bir sürpriz yapıp, önümüzdeki hafta indirime gitmeyebilir, ya da 25 baz puanlık sembolik bir indirim yapabilir.
Açıkçası IŞİD probleminin çözümü kısa vadede imkansız gibi gözüküyor. 1-2 gündür yazılıp çizildiği (ve bizzat Hükümet kanadından da teyit edildiği) gibi bu sorun dış ticareti, cari dengeyi, enfl asyonu, büyümeyi ve Türkiye’nin risk algılamasını tehdit eder boyutta. Bu şartlar altında, faizleri ne pahasına olursa olsun düşürmeye kalkmak herhalde pek ihtiyatlı bir politika olmaz!
İhtiyattan söz açılmışken biraz da geçen hafta açıklanan Finansal İstikrar Raporu çerçevesinde makro-ihtiyati tedbirler, bankacılık kesimi riskleri ve bu bağlamda MB’nin 2.5 seneden beri uyguladığı ROM aracından bahsetmek istiyorum.
Bilindiği gibi, MB 2011 Eylül’ünden itibaren 'ROM' tabir edilen TL mevduat için döviz depo etme opsiyonu getiren bir zorunlu karşılık uygulaması başlattı. MB’nin ROM uygulaması öncesi 94 milyar dolar rezervi vardı. Bunun yaklaşık 20 milyar doları DTH zorunlu karşılıkları, geri kalan (altın rezervi dahil) 74 milyar dolar ise kendi parasıydı. Bugün geldiğimiz durumda MB rezervleri 130 milyar dolar. Ancak bunun sadece 43 milyar dolar kadarı kendi parası. Gerisi ise ROM dahil olmak üzere zorunlu karşılık için bankalardan alınan borçlar. Bu durumun çok sağlıklı bir gelişme olmadığı muhakkak.
Şimdi, denilebilir ki 2008- 2009’un en volatil dönemlerinde bile bankalarımız dış borçlarının % 80’inden fazlasını çevirebildiler ve bugün benzer bir durum olsa bile, 1 senelik periyotta bankaların döviz ihtiyacı 10 milyar doları geçmez, bu da MB rezervlerini kritik bir seviyeye düşürmez. (Tabii, böyle bir durumda sadece bankaların değil, tüm özel sektörün döviz ihtiyacına bakmak lazım; bu da haliyle 10 milyar doların çok daha üstünde olacak ve MB’nin bahsettiğim 43 milyar dolarlık kendi parasının da azalmasına sebep olacaktır.)
Ancak, ROM’un asıl sebep olduğu sorun, bankalara neredeyse havadan bir TL kaynak imkanı yaratmış olması, bu durumun da hem bankaları gereğinden fazla dış borç alma, hem de TL kredilerini genişletme yönünde suni bir destek sağlamış olması. Nitekim bankalar son 2 senede dış borçlarını 57 milyar dolardan 94 milyar dolara artırmış vaziyetteler. ROM vasıtasıyla yarattıkları TL kaynak ise 120 milyar TL’nin üzerinde. (Bunun dışında bankalar son dönemde iyice göze batan bir şekilde yurt-dışı döviz swapları kanalıyla da TL yaratmayı hızlandırmış durumdalar.) ROM uygulamasının TL kredi artış hızını kontrol altına alma politikasıyla ters düştüğü çok bariz.
Bu politikanın yarattığı bir başka risk unsuru da, bankacılıkta kredi-mevduat oranının % 100’ün oldukça üzerine çıkmış olması. (Toplamda % 110 olan bu oran TL kredi/TL mevduatlar için % 145’e gelmiş durumda.) Doğal olarak bu gelişim bankacılığın likidite rasyosunu da oldukça negatif bir şekilde etkilemekte. Nitekim, sunum sonrasında bu konuyla ilgili gelen bir soruya Sn. Başçı bu konuyu takip ettiklerini, ve gerekirse bu oranın düşürlmesine yönelik olarak kademeli (yüksek kredi- mevduat rasyosu olan bankaları daha fazla cezalandırıcı) bazı tedbirler almayı planladıklarını belirtti.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim. Türkiye’de son yıllarda (düşük faiz oranları ve bahsettiğim uygulamalar neticesinde) meydana gelen kredi hacmindeki suni artış altta yatan riskleri de kritik ve sürdürülemez (unsustainable) bir seviyeye taşımaktadır.
Bu şartlar altında, ekonominin ivmelendirilmesi sadece ortaya çıkan jeopolitik riskler ve politika faizinde alt tabana yaklaşılmış olmasından değil, finans kesiminin de fazlasıyla genleşmiş (over-stretch) olmasından dolayı mümkün gözükmemektedir.