Bankacılığın dizginlenmesi ve TOBİN Vergisi
Geçtiğimiz günlerde İngiltere'nin BDDK'sı olarak tanımlayabileceğimiz FSA'in Başkanı Adair Turner'ın finansal sistemi eleştiren görüşleri gündeme bir bomba gibi düştü. İngiliz Prospect dergisine röportaj veren Turner özetle banka yöneticilerine ödenen yüksek primler konusunun popülist nedenlerle fazlaca öne çıkarıldığını, asıl meselenin gereğinden fazla şişmiş ve ekonomide dengesizliklere sebep olan finansal sektörün küçültülmesi olduğunu, bunu yapabilmek için sert tedbirlere başvurmak gerekebileceğini, olası tedbirlerden birinin bankaların sermaye yeterliliği oranlarının yükseltilmesi ise, diğerinin de finansal işlemler üzerinden alınacak bir muamele vergisi (bir çeşit Tobin vergisi) olduğunu ifade etti. Ayrıca, Taylor İngiltere'nin finansal sektör ile ilgili politikalarının diğer finansal merkezlerle olan rekabet baskısı tarafından şekillendirmesinin son derece yanlış olduğunu belirtti. (Londra'nın finansal merkez olarak gelişmesinde (ve dolayısıyla yaşadığımız krizin patlak vermesinde) "düzenleme arbitrajı" (regulatory arbitrage) olarak bilinen diğer finansal merkezlerde uygulanması yasak olan bazı işlemlere izin verilmesi olgusunun büyük etkisi olmuştu.)
Tobin vergisi ekonomist James Tobin'in 1971 yılında Bretton-Woods sisteminin çökmesiyle serbest dalgalanmaya bırakılmış olan döviz cinsi paraların parite oynaklığını azaltmak üzere döviz alım-satımlarında alınmasını önerdiği bir çeşit damga vergisidir. (Esasen, bu anlamdaki Tobin vergisi Türkiye'de 1985'ten geçtiğimiz seneye kadar kambiyo işlemlerinden alınan binde bir oranındaki BSMV ile benzerlik göstermektedir.)
Uzun süre gündemden düşen Tobin Vergisi, 90'lı yılların sonunda Uzak-Doğu Asya krizi ile birlikte tekrar anılmaya başlandı. Krizin sıcak para tabir edilen kısa vadeli spekülatif yatırımlardan kaynaklandığı görüşünün hakim olmasıyla, ekonomi için yıkıcı olabilen bu nevi yatırımları azaltmanın ve vadelerini artırmanın bir yolu olarak ülkeye para giriş ve/veya çıkışlarında alınabilecek bir Tobin vergisi kavramı ortaya atıldı. Ancak, neticede, bu tarz bir vergi Malezya'da kısa bir süre için uygulandı. Onun yerine, Asya ülkeleri hızlı döviz çıkışlarına karşı kendilerini korumak için çok yüksek miktarda döviz rezervi biriktirme politikasını benimsediler. Tobin Vergisi ile ilgili tartışmalar ise o günden beri devam etmekte. Özellikle Fransa ve bir kısım Latin Amerika ülkesi bu çeşit bir vergiye sıcak bakmaktalar. İngiltere'de de bazı STÖ'ler Tobin vergisini finansal sistemi stabilize etmek amacıyla değil de, haksızca aşırı gelir birikimi sağladıklarını düşündükleri finansal şirketlerden toplumların fakir kesimlerine bir gelir transferi mekanizması olarak destekliyorlar.
Peki, böyle bir vergi istenen sonuca (bankacılık sisteminin dizginlenmesi) hizmet eder mi? Açıkçası, benim de bu konuda şüphelerim var. Evet, açık veya zımni bir şekilde Devlet koruması altında yaşayan bankacılık sektörü, bu sayede maruz kaldığı riskler için bir karşılık ayırmak zorunda kalmadığı için aşırı şekilde kaldıraç sağlamakta, ve bu durum da sektörün aşırı genişlemesine ve (kriz zamanları dışında) anormal kârların oluşmasına sebebiyet vermekte. Bu durumu önlemenin yolu mutlaka ki, düzenleme ve denetleme fonksiyonlarını sıkılaştırmak ve sermaye yeterlilik oranlarını özellikle ekonomik aktivitenin hızlandığı dönemlerde yüksek tutmak olabilir. Keza, diğer bir önlem, mevduat sahipleri dışında bankalara yabancı kaynak sağlayan borç vericilerin bankanın zora girmesi durumunda alacaklarının otomatik olarak sermayeye dönüştürülmesi olabilir. (debt-to-equity swap). Hatta, belki yöneticilerin yüksek prim almasını önleyici özel bir "bonus" vergisi bile getirilebilir. Ancak, bankacılık işlemlerinden alınacak BSMV benzeri bir verginin finansal kesimin büyümesini kısmen dizginlese bile, sektörün verimliliğini menfi bir şekilde etkileyebileceğini unutmamak gerekiyor. Ayrıca, böyle bir verginin bütün gelişmiş ülkelerde eş zamanlı olarak uygulamaya geçirilmesi rekabetin korunması açısından da önemli. Ancak fiiliyatta böyle bir şeyi gerçekleştirmek imkansız gibi bir şey.
Financial Times gazetesinden Phillip Stevens konuyla ilgili makalesini güzel bir soru ile noktalandırıyor: "Bankalar toplumun geri kalanına nasıl bir hizmet sağladılar ki bu kadar büyük kârları hak ediyorlar?" Bu soruyu bizim bankacılık sistemimiz için de sormalımıyız acaba?