Balıkçı Kemal: Usta mı, girişimci mi, yönetici mi?
Yıllar önce, herhalde 1983 veya 1984 yılının Nisan veya Mayıs ayıydı. Bir arkadaşımla birkaç günlüğüne Mersin’deydik. Bir araştırma projesi kapsamında çalışmalar yapıyorduk. Herhalde ikinci günündeydik çalışmamızın. Günboyu çalıştıktan sonra epeyce yorulmuştuk. Akşam yemeğinde kendimize bir balık ziyafeti çekelim dedik. Arkadaşım, benim Mersin’i iyi tanıdığıma inandığından lokanta seçimini de bana bıraktı. Lise öğrenimimi bu güzel şehrimizde yaptığımı biliyordu.
Arkadaşım lokanta seçimini bana bırakmıştı ama. aradan 20 yılı aşkın bir süre geçmişti. Mersin'deki balık lokantaları bir yana lokantalardan bile bihaberdim.
Bir ara gidip otelin resepsiyonundaki görevliye başvurdum. Mersin’de, nerede balık yiyebileceğimizi sordum. Görevli, yanındaki meslektaşıyla kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra, kendinden emin bir şekilde önerisini sundu. Mersin’de iyi balık yenecek yer belliydi: Balıkçı Kemal.
Biraz sonra bir taksiye atlayıp Balıkçı Kemal’in yolunu tuttuk. Lüks bir lokanta değildi ama epeyce büyüktü. Birbirine yakın masaların yarıdan fazlası doluydu. Salaş bir lokanta havası yoktu ama her şey biraz sıradandı. Garsonlar sanki zoraki, mutsuz bir tavırla işlerini yapıyorlardı. Hele hele insanı sarıp sarmalayan bir farklılığı, göze batan bir özelliği hiç yoktu. Yine de biz, iyi bir balık bulacağımızı, günün yorgunluğunu güzel bir rakı balık keyfiyle atacağımızı umarak bir masaya yerleştik.
Bir süre bekledik. Birkaç günlük sakallı, mutsuz garsonlardan biri masamıza geldi. Hangi balıklardan yiyebileceğimizi sorduğumda, ezberinde olduğu belli olan birkaç balık ismi saydı. “Başka ne var?” diye sorumu sürdürdüğümde, bu akşam sadece bunların olduğunu söyledi. Bir an önce siparişimizi alıp işini bitirmek istiyordu sanki. Hem lokantanın genel halini, hem garsonun ilgisizliğini ve hem de söylediği balık çeşitlerini beğenmediğimden, arkadaşıma başka bir lokantaya gitmeyi önerdim. Garsonu o ilgisiz haliyle başbaşa bırakarak masadan kalktık. Tam kapıdan çıkarken orta yaşların üzerinde biri yanımıza yaklaşarak, kendinden emin bir tavırla, balıkları nasıl bulduğumuzu sordu. Ben de durumu olduğu gibi kısaca anlattım. Böyle bir cevabı beklemediği her halinden belli olan bu orta yaşlı adam, sanki bizim çıkmamızı engellemek istercesine, kollarını açarak kapının ortasında durdu ve şöyle dedi: “Benim adım Balıkçı Kemal. Ben bu lokantanın sahibiyim. Bir müşteri gelir de, benim lokantamda balık yemeden çıkıp giderse, ben sabaha kadar uyuyamam. Gelin sizi buzhaneme götüreyim ve istediğiniz balığı kendi ellerimle pişireyim. Yok, buzhanedeki balıklarımı beğenmezseniz, hangi balığı istediğinizi söyleyin yeter. Motoruma atlar, istediğiniz balığı yakalar, yine kendi ellerimle size hazırlarım. Yeter ki, balığımı yemeden lokantamızı terk etmeyin!”
Balıkçı Kemal bizi lokantanın buzhanesine götürdü. Buzhanede epeyce zengin balık çeşitleri vardı. Biz kendimize, yörede kaya balığı da denen, güzel bir lagos seçtik. Balıkçı Kemal kendi elleriyle mi yaptı bilmiyorum ama, o akşam kendimize kolay kolay unutamayacağımız, tadı damağımızda kalan güzel bir balık ziyafeti çektik.
Hikayemiz burada bitiyor. Şimdi sorumuzu tekrarlayabiliriz: Balıkçı Kemal iyi bir usta mı, iyi bir girişimci mi, iyi bir yönetici mi? Bunlardan sadece biri mi, ikisi mi, yoksa hepsi mi?
Ben şahsen, Balıkçı Kemal’in balıklarımızı kendi elleriyle yaptığını varsayarak, iyi bir usta olduğunu söyleyebilirim. Bilindiği gibi ustalık yapılan işe dönüktür. Yapılan işin kaliteli olması, zamanında yapılması, mesleğin gereklerinin en iyi şekilde yerine getirilmesi, ustalık mesleğinde ön plana çıkan niteliklerdir. Bu gerekleri yerine getirebilmek için işi bizzat kendisinin yapmasına, işin başında bulunmaya özen gösterir. Fakat her işi kendi yapmaya kalkınca da büyüyemez. Olduğu yerde kalır.
Yöneticilik niteliğine gelince! Balıkçı Kemal çok kötü bir yönetici olarak karşımıza çıkıyor. Personelini eğitmiyor, onları motive edemiyor. İyi bir yönetici, planlamaya, düzene önem verir. Sorunları ve fırsatları izleyerek ortalığı derleyip toplamaya çalışır. Kurallar koyarak işletmeyi kurumsallaştırmaya, geliştirmeye ve sürekliliğini sağlamaya gayret eder.
Balıkçı Kemal’in girişimciliği konusunda ne diyebiliriz? Çok iyi bir girişimci olmadığı muhakkak.
Balıkçı Kemal çok kötü bir girişimci de değil. İşini sevmekte, işine şevk ve heyecanla sarılmaktadır. Özellikle de, girişimci için çok önemli bir nitelik olan, müşterisini memnun etmek konusunda oldukça hassas. Ayrıca sahip olduğu özgüven, dikkat, hırs ve cesaret de olumlu girişimcilik nitelikleri. Fakat yöneticiliği yetersiz olduğu için, işletmesinin büyüme sürecini yönetemediği anlaşılıyor.
Yurdumuzdaki işletmelerin yüzde 95-96 gibi çok büyük bir çoğunluğunun mikro işletmeler grubunda olmasının başlıca nedeni de burada yatmaktadır. Türkiye’deki KOBİ sorunlarının başında da bu büyüyememe sorununun yattığını düşünüyoruz. Bu nedenle de, Türkiye'de mikro işletmeler grubundaki yığılma sürüp gidiyor. Bunun nedeninin de genellikle Balıkçı Kemal örneği ile benzer olduğu görüşündeyiz. Çoğu usta nitelikli kurucular işletmelerinin büyüme sürecini yönetemiyor. Başkalarına güvenemediği için de bu işi profesyonel yöneticilere delege etmekten kaçınıyor. Sonuçta, çoğu büyümekten vazgeçerek olduğu yerde, mikro işletme olarak kalmayı sürdürüyor. Büyüme sürecini kendileri yapmaya soyunanların da çoğu başarısız oluyor. Ancak çok azı, büyüme sürecini yönetebilenler, daha büyük ölçeklere doğru yollarına devam etmeyi başarabiliyorlar.
Kanaatimizce, yıllarca mikro işletme veya küçük işletme ölçeğinde kalan asırlık işletmelerimizin çoğunluğu da aynı kaderi paylaşmaktalar. Hatta, asırlık işletmelerimiz olarak iftihar ettiğimiz bu işletmelerimizin başarı nedeni de, şayet bu durum başarı sayılacak olursa, burada yatmaktadır! Hep küçük ölçeklerde kalıp büyüyememe. Yeni pazarlara ve yeni ufuklara açılmaya cesaret edememe. Dolayısıyla da kabuğuna çekilme. Bu özellikleri işletmecilik açısından bir başarı değil, başarısızlık olarak kabul etmek daha yerinde olur. Zira bir işletme için başta gelen başarı kriteri sağlıklı bir büyüme sürecini sürdürebilmektir. Küçük sadece doğduğunda, çocukluğunda güzeldir. Gençliğinde değil! Hele hele orta yaşlarda hiç değil. Bir asır sonra hâlâ küçük ölçeklerde kalmak ise tam bir başarısızlık örneği olarak kabul edilmelidir.