Bakana “teşekkür” etmeliyim...
Bir konuda “uzmanım” diyebilmek için, o konunun ayrıntılarını, dünyada en iyi bilenler düzeyinde yakalamak olan “hünere” erişmiş olmamız gerekir. Tarım gibi değişkenleri çok fazla, sanayi ile bire bir bağlantısı bulunan bir üretim alanında “uzmanım” dersek haddimizi aşarız. Bu konuda doğru anlatım “dış gözlemci” olduğumuzu söylemektir.
Yazının başlığında “Ben dememiş miydim?” diyecektim, ama o ifade gerçekten aşırı değerlendirme olurdu. Öylesi bir anlatım şişirilmiş ego kokusu yayardı. Kendi yanılmazlığını ileri süren aymazlığı barındırırdı. Her şeyi iyi bildiğini iddia eden tutarsızlığın izlerine rastlanırdı. Alıcı bir ruhla “anlamak isteyenleri” caydırıcı etki yapardı. Kim konusunun bütün ayrıntılarını, yanılmazlığını söyleyecek kadar iyi biliyor? Hepimiz, bir zihni modelin varsayımları çerçevesinde oluşan “gerçekliğe” sahibiz. Bizim gerçekliğimizin “doğanın hakikatı” ile örtüşüp örtüşmediği ise ancak zamanın şaşmaz tanıklığında netlik kazanabiliyor.
Teknolojinin yarattığı bilgiye gerçek zamanlı erişebilmenin oluşturduğu iletişim boşlukları, hayatın hakikati yerine kişilerin illüzyona dayalı gerçekliğinin öne çıkarıldığı fırsat kapılarının alabildiğine açık olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Küçük ve orta boy işletmelerde yapılan “yatırım yanlışları” bağlamında tarım ve hayvancılık işletmeleriyle de ilgileniyorum. Ülkemizde çoğu alanda olduğu gibi, tarım ve hayvancılık alanı da “fetiş” haline getirilebiliyor; insanlar yapının bütününü gözlemeden yatırım kararı alarak kaynak israf edebiliyor. Böylesi bir gelişme, konunun bileşen ve bağlam bütününü gözetmeden yorum yapanların, yazı yazanların; kitle dalkavukluğuna prim verenlerin etkisiyle iyice hızlanabiliyor.
“Doğanın hakikatini” ve “uygulamanın somutluklarını” anlatanların görmezden gelindiği; doğru bilgi özeni olmayan, kulaktan dolma bilgilerle ruhları okşayanlardan hoşlanıldığı, yanlış malumatın doğru sanıldığı bir iklim toplumuzun derinliklerinde kendine yer bulmalı ki güncellik ve sığlığın prim yaptığı bir aşamadan geçiyoruz.
Hayvan arzındaki yetersizliği terörle açıklamak bir zamanların modası idi. Özellikle Van ve yöresinde yaygın saha araştırmaları yaparak bu kanının tam doğru olmadığını anlatmaya çalıştım. Üretimi azaltan temel etkenin fiyat-maliyet dengesi olduğun örneklerle anlatmak için çaba gösterdim. Bu konuda aynı yolun yolcusu olduğumuz birçok arkadaşı bile ikna edemedim. Angus ithalinden Simental ırkının seçimine her konuda önyargılarının ve yerleşik doğrularının serabında alkış tutanları uyarmak mümkün olmadı; çünkü işin ayrıntılarını kavrama yerine günü kurtarma onlara daha cazip geliyordu.
Tarım ve hayvancılık “desteklerinin”, üreticinin “şans eşitliğini koruma” odağından yapılması gerektiğini durmadan yineledim. Desteklerin, serbest ve adil piyasa koşullarında rekabeti bozucu uygulamalar dengelemesini esas alan sınırları içinde kalmasını ısrarla vurguladım. Ayrıca, bir ülke insanının kendi coğrafyasını okuma ve anlama özürlü olmamasının sakıncalarını, özellikle tarım ve hayvancılıkta başarı için coğrafyayı iyi tanımış olmanın önemini her zaman sorguladım. Son çeyrek yüzyılda ekoloji ile evrimi birlikte ele alan bilim insanlarının bitki ve hayvan performanslarının geliştirilmesinde aldıkları yolu iyi gözlemeden özellikle hayvancılığımızı geliştirmenin imkansızlığını anlatmak için didindim. Ülkemizde mülkiyet nedeniyle arazi yapısındaki parçalanmayı bilmeyenimiz var mı?
Meraların binlerce yıldır yıpranması nedeniyle ıslah çalışmasının yüksek maliyet gerektirdiğini, iklim özellikleri nedeniyle mera-odaklı üretimin ciddi sorunlar yarattığını anlamak için uzman mı olmak gerekir? Her şeyi destekleyen popülist anlayış yerine, öncelikleri belirlenmiş alanlara odaklanmanın gereğini anlamak için derin bilgiye, önemli adam olmaya ihtiyaç mı var?
Yem bitkileri üretimindeki arz eksikliğini ve karma yem maliyetinin yüksekliğinin caydırıcı etkileri apaçık ortada değil mi? Barınak ve besleme alışkanlıklarını yönlendiren gelenek taassubunun aşılması için kim kılını kıpırdatıyor?
Özellikle hayvancılık alanında, toplam maliyetin yüzde 70’inden fazlasını kaba yemin oluşturmasını dikkate almadan yatırım yapmak, işi batırmaya çağrı yapma anlamına gelmiyor mu?
Süt fiyatlarında istikrar sağlamadan hayvancılığı geliştirmenin imkansızlığını öngörmek için başka derinlikler mi gerekli?
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in Abdurrahman Yıldırım’a yaptığı açıklamayı herkesin özenle okumasını öneririm. Açıklamanın tümünü bir köşe yazısında paylaşamam ama, “Anadolu topraklarında geleneksel olarak koyun ve keçi yetiştirilir. İklim ancak buna müsaittir. Suyu, otu buna göredir. İlk sığırları 1925 yılında ithal ettik, Türkiye coğrafyasının kodlarını görmezden geldik. Sığırcılık başladı ama yeterli otumuz, yağmurumuz ve sulama sistemimiz yok,” sözlerini ödünç almadan da bu yazı anlamlı hale gelemez. Bakan, bizdeki yağış miktarını, ot kıtlığını, hazır yem ihtiyacının fazlalığını ve besleme maliyetlerindeki karşılaştırmalı zayıfl ıklarımızı özetleyerek, ülke koşullarına göre önlemler alınması gerektiğini anlatıyor.
Bakanın değerlendirilmesindeki geç kalışı, bugüne kadar sürdürülen ve sonuç alınmayan hayvancılık politikalarının stratejik olmayan yönünü, hayvan islahı konusundaki düzensizlik ve kararsızlığı, süt fiyatlarındaki aşırı oynaklık vb. konulardaki eleştiri hakkını saklı tutuyorum... Siyasi iradenin üst düzey sözcüsü ve aynı zamanda sorumlusu çıkıp gerçeği açık yürekle anlatıyorsa çok önemli bir adım atılmıştır; kendimizle yüzleşme özgüveni kazanmanın, sorgulama ve ortak aklın gücüne doğru ilerlemenin kritik bir basamağına geldiğimizin işareti verilmiştir. Açıklamanın tartışma kapılarını ardına kadar açacağına ilişkin beklentim nedeniyle Bakana “teşekkür borcumu” ödemek istiyorum. Hayvancılık konusunda bütün aktörlerin; siyasilerden medyada yazan, çizen ve anlatanların özeleştiri yapmaları tarihi sorumluluktur. Bir toplunda yapılan yanlışlar insanların yanına kâr kalıyorsa, orada gereken gelişime sağlanamaz, beklenen refaha ulaşılamaz. Sorgulayan bir iklimi yaratmadan ne 2023 hedefl erine ne de belirleyeceğimiz başka hedefl ere ulaşılamaz!