Bağlantısal bütünsellik perspektifinden Türkiye ekonomisinde borçluluğun görünmeyen yükü

Ömer Gencal
Ömer Gencal EkoSpektrum: Piyasa ve Duygular omer.gencal@dunya.com

İnsanlık tarihinin en temel entelektüel mücadelelerinden bi­ri, belirsizlik karşısın­da anlam üretme çaba­sıdır. Bu çabanın bilim­sel izdüşümü yüzyıllar boyunca tümdengelim ve tümevarım gibi kla­sik yöntemler etrafın­da şekillenmiştir. An­cak 21. yüzyılın karmaşık ve çok katmanlı sistemleri karşısında bu yöntemlerin yetersiz kaldığı alanlar giderek artmakta ve be­lirginleşmektedir. Bu noktada sistemlerin işleyişini parçalar üzerinden değil, parçalar arasın­daki ilişkiler üzerinden çözüm­lemeyi öneren bağlantısal bü­tünsellik yaklaşımı büyük önem kazanmaktadır.

Bağlantısal bütünselliğin kav­ramsal zemini üzerinden hare­ketle, Türkiye ekonomisinde ka­mu borçluluğu, bütçe disiplini, faiz dinamikleri ve makroekono­mik göstergeler arasındaki iliş­kisel ağları göz önüne aldığımız­da kamu borcunun ve borç di­namiklerinde hareket alanının aslında yeteri kadar fırsatlar ya­ratmadığı görülebilir. Özellikle döviz kuru üzerindeki müdaha­lelerin, borçluluğun gerçek sevi­yelerini nasıl görünmez kıldığı­nı ve bu yapay dengenin gelecek dönem risklerini nasıl maskele­diğini sayın M. Coşkun Cangöz Gerçekten Geniş mi başlıklı ma­kalesinde oldukça etraflı bir bi­çimde ele alarak anlatmış.

Kavramsal çerçeve: Bağlantısal bütünsellik neyi farklı yapar?

Klasik bilimsel yöntemlerde (tümdengelim ve tümevarım), analiz edilen sistem bir yapıtaş­ları toplamı olarak görülür. Oy­sa bağlantısal bütünsellikte esas olan, bu yapıtaşları arasındaki enformasyon akışı, kodlama bi­çimi ve ilişkisel örüntüdür. Bu yaklaşım özellikle nörobilimden ekonomiye, biyolojiden iklim bi­limine kadar geniş bir yelpazede ağ yapılarının anlaşılmasını ko­laylaştırır.

Türkiye ekonomisinde borç, faiz, büyüme, bütçe, kur ve enf­lasyon gibi değişkenler ayrı ay­rı analiz edilmek yerine ilişkisel bir yapı içinde ele alındığında, sistemin gerçek dinamikleri da­ha net bir şekilde ortaya konula­bilir.

Borçluluğun yüzeydeki yanıl­saması: GSYH’ya oran paradok­su

Resmi verilere göre Türki­ye’nin kamu borcunun GSYH’ya oranı %24.7 düzeyindedir.

Bu oran, uluslararası standart­larla ve Avrupa Birliği borçluluk kriteri olan Maastricht kriteri ile karşılaştırıldığında “makul” hatta oldukça başarılı olarak de­ğerlendirilse de, bu görünüm ilişkisel düzlemde yanıltıcıdır. Çünkü:

* GSYH, döviz kurunun bas­kılanmasıyla nominal olarak yüksek görünmektedir.

* Borç stokunun %56.1’i dö­viz cinsindendir. Dolar/TL kuru enflasyon hedefinin tutturulma­sı amacıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından bas­kılandığında borç yükü GSYH’ye göre düşük görünmektedir.

* Kur serbest bırakıldığında borcun GSYH’ya oranının ani­den sıçraması ve bunun da sis­temik bir riski gizlenmekte ol­duğu açıktır.

* Diğer yandan iç borç için ödenecek faiz tutarının, mev­cut varsayımlarla, önümüzdeki üç yıl içinde iç borç ana parası­nın 1.23 katı olduğu da son dere­ce açıktır.

* Bunun yanında, hukuki ve muhasebe perspektifi olarak Türkiye Varlık Fonunun (TVF) borçluluğu dar anlamda kamu borcu gibi sayılmasa da IMF’nin Kamu Maliyesi İstatistikle­ri Rehberi (GFSM) ve Eurostat tanımlarında, devletin kontrol ettiği ve mali risk taşıdığı tüm varlık ve borçlar, “geniş tanımlı kamu sektörü borcu” kapsamı­na dahil edilir. Bu açıdan bakıl­dığında da TVF’nin borcu “pa­rafiskal” nitelikte kamu bor­cu olarak düşünülebilir. Üstelik TVF’nin borçuluk tutarları hak­kında güncel bilgi bulunmamak­tadır. En güncel veriler 2023 yılı denetimlerinde açıklanan finan­sal verilerinden elde edilebil­mektedir.

Bu durum, bağlantısal bütün­sellik açısından ele alındığında bir “ölçüm yanılgısı” değil, bir enformasyon bozulmasıdır.

Bütçe dinamikleri: Harcamada ivme, disiplinde bozulma

Son veriler, faiz dışı harcama­ların artmaya devam ettiğini, do­layısıyla bütçenin borçlanma ih­tiyacını artırdığını göstermekte­dir:

* Faiz dışı açıkların kalıcı hâ­le gelmesi, kamunun net borçla­nıcı konumunu güçlendirmekte­dir.

* Siyasi döngüler, sosyal transferler ve altyapı harcama­ları bütçede kısıtlayıcı faktör olarak görülmemekte; bu da borç dinamiğini ileriye dönük daha da bozmaktadır.

* Bu ilişkisel yapı içinde borç sadece “dışsal bir yük” değil, bütçe davranışlarının bir sonu­cu ve gelecekteki faiz yükünün öncülüdür.

* Enflasyonist ortam ve faiz dinamiği: Borcun taşıma mali­yeti

* Arz ve talep göstergeleri in­celendiğinde:

* Sanayi üretiminde daralma, üretici tarafında kapasite kul­lanımında zayıflığa işaret eder­ken;

* Perakende ciro endeksin­deki artış talep tarafının son dö­nemlerde soğumasına rağmen halen sıcak olduğunu ve enflas­yonun yapışkan seyrettiğini gös­teriyor.

* Zirai üretimde son günler­de yaşanan don ise gıda fiyatları hakkında hiç de iyi bir beklenti­ye sokmuyor.

* Üstelik enflasyon beklenti­leri de gerek piyasa profesyonel­leri, gerek reel kesim gerekse de hane halkında bozuluyor.

Kısaca bu tablo riskleri artı­rarak, TCMB’nin faiz indirimi­ne gitmesini engelleyen bir or­tam üretiyor. Dolayısıyla kamu ve özel sektör için borcun taşı­ma maliyeti yükseliyor. Siya­si ve ekonomik risklerin yüksek olması da faiz oranlarındaki ka­lıcılığı, gelecek dönem borç ser­vis yükünün yapısal olarak ağır­laşmasına neden olacak ortamı hazırlıyor.

Bunun en çarpıcı örneğini son dönemde 2, 5 ve 10 yıl vade­li fazilerde yaşanan gelişmelerle görmek mümkün.

Sistemsel risk: Borç, kur, faiz ve büyüme arasındaki çatışmalı ilişkiler

Bağlantısal bütünsellik pers­pektifinden bakıldığında; borç, kur, faiz ve büyüme arasındaki ilişkiler artık lineer değil, dön­güsel ve kırılgandır:

* Kur baskılanırsa enflasyon kısa vadede kontrol edilebilir ama borcun GSYH’ya oranı dü­şük görünür ve bu sürdürüle­mez.

* Kur serbest bırakılırsa, ka­mu borcunun döviz yükü patlar, bütçede faiz dışı fazlaya dönüş zorlaşır.

* Faiz düşük tutulursa, enf­lasyon beklentisi bozulur; artı­rılırsa borç taşıma maliyeti tır­manır.

Bu ilişkisel düğüm, klasik eko­nomik modellerin ötesinde, kar­maşık sistem teorisi ve bağlantı­sal ağ analizleriyle çözümlene­bilir.

Türkiye’nin borçluluğuna da­ir yüzeydeki göstergeler, eko­nomik sistemin gerçek yükünü yansıtmamaktadır. Bağlantısal bütünsellik yöntemiyle kur, büt­çe, faiz ve büyüme gibi unsurla­rın birbirleriyle olan ilişkileri çözümlendiğinde, borçluluğun görünenden çok daha yüksek ve sistemik risk taşıdığı bir tablo ortaya çıkmaktadır.

Bu nedenle Türkiye’nin mali yapısına dair değerlendirmeler, yalnızca nominal göstergelerle değil, ilişkisel ve enformasyonel derinlik içeren bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Bağlantısal bü­tünsellik, sadece yeni bir bilim­sel yöntem değil, aynı zamanda ekonomi politikalarında gerçek riskin nerede yattığını anlama­mıza imkân tanıyan bir perspek­tif sunmaktadır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bundan sonra ne olacak? 02 Nisan 2025
 Mektup 26 Mart 2025
Risk ateş gibidir… 11 Mart 2025