Bağlamından kopan G20
Rusya-Ukrayna savaşı ve ABD’nin Çin gerilimini G20’nin diğer üyelerine dayatıyor olması birliğin özünden kopulduğunu gösteriyor.
Dünyanın en güçlü liderlerinin neredeyse tümü bu yılki G20 zirvesi için Hindistan’da bir araya geldi. Neredeyse tümü dememin nedeni aslında en önemli iki partnerin Rusya’dan Putin ve ilk kez Çin’den Xi Chinping’in bu toplantıya dahil olmaması. Elbette ki yardımcıları düzeyinde bir katılım var. Ancak unutmamak gerekiyor ki: Bu bir liderler zirvesi.
Peki bu durum zirvenin önemini azaltıyor mu? Bu soruya cevap verebilmek için önce isterseniz G20’nin ne olduğuna ve neyi amaçladığına bakalım: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batının kapsayıcılığı bir tarafa, soğuk savaşın etkisiyle iki kutuplu organizasyonların varlığı mevcuttu. Soğuk savaş sonrası küreselleşmenin yaygınlaşmasıyla bir taraftan küresel kurumlar diğer taraftansa gerekli hallerde bölgeselleşmeler olduğu görüldü.
Bretton Woods, Dünya Bankası, IMF ve BM küresel kurumlar olarak nitelendirilebilirken; AB, NAFTA, EFTA ve APEC gibi kurumlar bölgesel oluşumlardır. 1973 petrol kriziyle beraber, ABD dolarının altın standardından ayrılması, petrol fiyatlarındaki artış ile işsizlik ve enflasyonun (stagflasyon) bir arada görülmesi ise G20’ye doğru giden G7’nin oluşumuna zemin hazırlamıştır.
G20 ise ilk defa 2008 Washington’da zirve yaparak bugünkü durumuna evrilmiştir. Pek tabii G7 den G20’ye giden süreç sadece üye ülkelerinin sayısının artarak, genişlemesi şeklinde basit bir anlamı barındırmıyor. Bilakis G7’nin pek çok fikirde ortak olma lüksü G20 için geçerli değil.
Avrupalı bir diplomatın FT Brüksel Büro Şefi Henry Foy’a söylediği bir söz iki grup arasındaki ayrımı oldukça güzel ifade ediyor: “Bu bizim için büyük bir ders; G7’den keyif alıyoruz ve herkesin bizimle aynı fikirde olduğu hissine kapılıyoruz sonra G20’ye geliyoruz ve durumun aslında hiç de öyle olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz.”
Dolayısıyla G20 birliğini oluşturan temel bağlam G7 grubu gibi sadece dünyanın en zengin ve de en hem fikir (aynı dünya görüşüne sahip) tabiri caizse en elit grubundan farklı olarak, gelişen ve göreceli olarak farklı dünya görüşlerini barındıran bir birlik oluşturmasıdır. Çin ve Rusya gibi önemli iki partnerin şu aşamada mesafeli olması ise G20 grubunun tam da bu açıdan temelini sarsan bir olgudur.
Oysa G20, yukarıda da açıklamaya çalıştığım şekilde büyük küresel amaçlarla kurulmuş olup, toplam ekonomik üretimin yüzde 85’ini ve dünya ticaretinin yüzde 75’ini temsil eden ülkelerin liderlerinin bir araya gelerek, iş birliği oluşturması esasına dayanır. Ancak gelinen noktada, Rusya-Ukrayna savaşı ve ABD’nin Çin gerilimini Batı kanadı başta olmak üzere G20 grubunun diğer üyelerine de üstü kapalı dayatıyor olması hem birliğin hem de küreselleşmenin özünden çoktan kopulduğunu göstermektedir. Başka bir arayış olduğunun en önemli göstergesi G20 zirvesinden kısa bir süre önce yapılan ve aslında G7’ye alternatif olmak için kurulan BRICS grubunun zirvesi…
5 ülkeden 11 ülkeye genişleme kararı, şimdilik sembolik de olsa ortak para birimi çıkması ve yapay zekadan yenilenebilir enerjiye aslında tam da G20’de olduğu gibi çağımızın klasik konularına değinilerek, Çin liderliğinde oluşturulan iş birlikleri yeni arayışın önemli örneği.
Öyleyse G20 zirvesinin bu yılki “Tek Dünya, Tek Aile, Tek Gelecek” teması kendinden olmayanı yok saymak adına yeni bir kutuplaşmanın habercisi midir? Afrika Birliği’nin de dahil edilmesiyle genişleme kararı alan G20, artık ABD’nin tekelinde yeni bir Batı hegemonyasını mı temsil ediyor? Bunun nasıl şekilleneceğini zaman gösterecek ancak başat çıkarsamam şudur ki; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Bu durumu belgeleyen bir örnek de zirvenin ilk günkü sonuç bildirgesinde; Nükleer silah kullanımı veya kullanılması tehdidi kabul edilemez ifadesinin de yer almasından çıkarılabilir. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana nükleer riskin hiç bu kadar ön plana çıkmadığı günlerden geçiyoruz. Rusya’nın Samat füzesini aktive etmesinin ardından ABD’nin Ukrayna’ya arıtılmış uranyum vereceği yönündeki haberlerin çıkması Rusya Ukrayna savaşının gidişatı açısından sanki ABD ve Rusya’nın iki kanat oluşturduğu bir manzarayı önümüze seriyor.
Ülkemize gelince Sn. Cumhurbaşkanının zirveye dahil olmasının üye ülkeler açısından her zamankinden daha önemli olduğu bir süreçten geçtiğimiz aşikar. Yine ilk günkü sonuç bildirgesinde tahıl koridoru konusundaki girişimleri nedeniyle Türkiye’ye bir teşekkür geldi gelmesine de; acaba Batı, bu konuda BM’i gözetmen kılmaktan başka ne katkılar sunuyor ya da sunacak? Sanırım oraya dikkatle bakmak gerekecek. Dikkatle bakacağımız konunun cevabını da sanırım Newyork’ta alacağız.
Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan G20 zirvesinin ardından, Newyork’ta yapılacak olan BM Genel Kurulu toplantısına katılacak. G20 zirvesinde; yeşil kalkınma, hızlandırılmış/kapsayıcı ve dirençli büyüme, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinde hızlandırılmış ilerleme, teknolojik dönüşüm ve dijital kamu altyapısı, 21. yüzyıl için çok taraflı kurumlar, kadın liderliğinde kalkınma gibi konular tartışıldı. Türkiye’nin ana gündemi ise elbette bir çare niteliğindeki tahıl koridoru ile G20 de olduğu gibi BM genel kurulunda da iklim değişikliği ve gıda güvenliği olacak.
Özetle küreselleşmeden ayrışmaların ve büyük ölçüde bölgeselleşmelerin olduğu bu jeopolitik ortamda dış siyasetiyle uyumlu bir ekonomi programı uygulayan Türkiye’nin kendi stratejik önemine haiz gelişmelerin tam da merkezinde ve etkin bir rol oynadığını söyleyebilirim.