Bağımsız yatırım bankalarının sonu
Bilindiği gibi krizin son kurbanları iki yatırım bankası, Lehman Bros. ve Merrill Lynch oldu. Lehman Bros. ile ilgili iddialar zaten bir süredir ortamı meşgul ediyordu ve Kore Kalkınma Bankası (KDB) ile satın alınma konusunda görüşmeler devam etmekteydi. Ancak Lehman'ın KDB'ye tabiri caizse yüksek fiyat çekmesi ve bu blöfünün KDB tarafından görülmemesi üzerine bankanın iflasını istemekten başka seçeneği kalmadı. Burada, Batı ülkeleri tarafından Doğu'dan gelen yatırımcılara karşı bir çifte standart uygulanmakta olduğu gibi bir görüşe kapılmamak da mümkün değil doğrusu. İstenen yüksek fiyata rağmen, iflas sonrasında Lehman Bros.'un en önemli varlığı olan Kuzey Amerika Yatırım Bankacılığı Birimi alelacele bir başka Batı bankası olan Barclays Bank'a 1.75 milyar dolar gibi gerçekten kelepir sayılabilecek bir fiyata devredilmesi enteresan. Ancak Batı ekonomilerinin Doğu'nun ve petrol ihracatçısı ülkelerin devasa birikimlerine ihtiyaçları daha uzunca bir süre devam edeceği için, bu ülkelerle olan ilişkilerinde ne kadar dürüst olurlarsa o kadar iyi olacak. Devir kesinlikle Arap şeyhlerinin ellerine geçen paraları har vurup harman savurduğu 70'li yıllardaki devir değil. Artık onlar da akıllandılar.
Merrill Lynch de gene kapalı kapılar ardında ve şirketin dedikodularla yıpranmasına mahal vermeden ABD'nin en büyük mevduat bankası konumunda olan Bank of America'ya (BofA) devredildi. Böylece kısa bir süre önce sayıları 7'yi bulan bağımsız uluslararası yatırım bankalarından geriye sadece iki tane kalmış oldu: Goldman Sachs ve Morgan Stanley. Doğal olarak gözler bu iki bankaya çevrilirken, onlar da dün itibarıyle ağustos sonu bilançolarını açıklayarak hâlâ sağlam ve kârlı olduklarını gösterdiler. Ancak, şimdilik bir finansal darboğaza girmeseler de, bu iki bankanın ABD'deki finansal otoritelerin de baskısıyla, orta vadede büyük mevduat bankalarının bünyesi altına alınacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Mevduata dayalı sağlam bir kaynak bazı olmayan ve mevduat bankaları kadar sıkı denetim ve sermaye yeterliliği kriterlerine tabi olmayan yatırım bankalarının işletme modellerinin yanlış olması ve finansal piyasalar için aşırı risk oluşturmaları nedeniyle bu kuruluşların varlıklarına bağımsız bir şekilde devam etmeleri çok zor gözüküyor.
Haftanın diğer önemli gelişmesi de dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden AIG'nin batma noktasına gelmiş olmasıydı. Son yıllarda, AIG, şahsen çok yanlış olduğunu düşündüğüm bir şekilde, klasik sigortacılık ürünlerinin yanına finansal enstrümanların sigortalanma işlemlerini de eklemişti. Özellikle ipotekli ürünler üzerine yazdığı kredi geri ödenmeme poliçelerinin (credit default swaps - CDS) toplamı 500 milyar dolar civarında olan AIG son dönemde olası hasar ödemelerine karşı büyük miktarlarda karşılık ayırmak durumunda kalmıştı. Ayrıca ABD gibi gelişmiş bir ülkede sigortacılığın eyaletler düzeyinde ve bu vakada da New York Valisi'ne bağlı bir birim tarafından denetleniyor oluşu da, sigortacılıkta ABD'de ne kadar yetersiz bir denetim ve gözetim sistemi olduğunu ortaya koymakta. Hafta başında bir bankalar konsorsiyumu tarafından oluşturulacak bir fon ile kurtarılma projesi suya düşünce, ABD Hazinesi, batması durumunda piyasaları çok ciddi bir belirsizlik ortamına sürükleyecek olan AIG'nin yüzde 80 hissesini şirketin ihraç ettiği iki senelik hisse senedine çevrilebilir tahvil yoluyla devraldı. Aslında bu operasyonla AIG "de facto" devletleştirilmiş oldu. Şahsen, iddia edildiği gibi AIG'nin varlık satışları yoluyla devletten almış olduğu bu borcu kapatması gibi bir senaryonun çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Ayrıca aslolan devletten aldığı borcu kapatması değil, erimiş bulunan özkaynaklarını yeniden sermayelendirmesi olacaktır ki, bütün riskler ortaya çıkmadan hiçbir yatırımcı grubu böyle bir sermaye koymaya yanaşmayacaktır.
Bir başka banka devralma haberi de İngiltere'den geldi. Yüksek ipotekli konut kredisi portföyü nedeniyle son günlerde hisse fiyatları çöküşte olan İngiliz Bankası HBOS'in Lloyds Bank tarafından devralınması konusunda anlaşmaya varıldığı ifade ediliyor. Mamafih, ne HBOS'i alan Lloyds'un, ne de Lehman'ın bazı varlıklarına talip olan Barclays'in durumları da çok iyi değil. Lloyds'un yüzde 142 olan kredi/mevduat oranı fazla yüksek. Barclays'in ise yüzde 8.5 olan sermaye yeterlilik oranı ise büyük İngiliz bankaları arasındaki en düşük oran.
Son gelişmelerin Türk bankacılığına nasıl yansıyacağı da çok tartışılan konulardan biri. Temmuz sonu itibarıyle bilanço içinde yabancı bankalara 61 milyar dolar kadar borcumuz olduğu, buna karşılık da yurtdışında 31 milyar dolar kadar bir mevduat tutulduğu görülüyor. Burada bir problem yok. Bankalarımızın yukarıda adı geçen yatırım bankalarına da ciddi miktarda bir riski olduğunu zannetmiyorum. Genelde 1 yıl vadeli olan sendikasyonların çevrilmesinde de (roll-over) bir problem yaşanmayacaktır. Ancak özellikle son dönemde cari açığın finansmanının banka ve özel sektör kredileriyle sağlandığı, ve "taze" kredi bulmada bazı zorluklar yaşanacağı ve maliyetlerin önemli şekilde artmakta olduğu dikkate alınırsa, bir noktada döviz arz-talebinde bir sıkışma, dolayısıyla kurlarda da mukabil bir hareket görme ihtimalinin arttığı söylenebilir. Bankacılığın net döviz pozisyonu ise dengede. Ancak özel sektörün döviz açığı hakkında aynı şeyi söylemek zor doğrusu.