Bağımlı/bağımsız merkez bankası...

Açıl SEZEN
Açıl SEZEN Dünyanın Parası [email protected]

Yıl 2013. İki ülke düşünün. Birinin enflasyonu %10’un üzerinde. Diğerinin %8’e yakın.
İkisinin de petrolü ve doğalgazı yok, ithal etmek zorundalar. İkisinin de cari açık seviyesi yüksek. Hemen hemen aynı düzeylerde yüksek; milli gelire oran olarak %5.5’ler civarında. İkisi de sermaye hareketlerine bağımlı, uluslararası piyasalardan gelen para ile kendini çevirme gayreti içinde.

Birine uluslararası piyasalardan yıllık olarak gelen para, neredeyse milli gelirinin %40’ına yaklaşmış.

Diğerine de tarihinin en yüksek fon akımı gerçekleşmiş, uluslararası piyasalardan doğrudan ve portföy akımı olarak çektiği para neredeyse milli gelirinin %10’una çıkmış.

Gün gelmiş, devran dönmüş.

Uluslararası piyasalardan gelen parayla muazzam iyi bir dönem yaşayan bu ülkeler için ortam bozulmuş. Paranın sahipleri, artık maliyetsiz bir şekilde bu ülkelere akan paranın azalacağını, maliyetinin de yükseleceğini açıklamış.

Bu iki ülke, diğer üç ülkeyle beraber “kırılgan” olarak görülmeye başlamış.

766 milyar dolar fon geliyordu şimdi yatırımcı kaçıyor

Bir önceki yıl 766 milyar dolar gibi inanılmaz bir fon çeken ülkede, ertesi sene bırakın fon girişini, 100 milyar dolara yakın para çıkışı olmuş. Diğerinin de aynı şekilde fon akımlarından kaynaklanan ciddi sıkıntıları olmuş. İkisinin de kurları değer kaybetmeye, faizleri yükselmeye başlamış. Buna yanıt olarak, iki ülke de çeşitli hamleler yapmış.

Bu iki ülkeden bir tanesinin Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yasal olarak güvence altındaymış. “Politikayı hükümet ile birlikte belirler, uygulamasını bağımsız şekilde yapar” deniliyormuş.
Diğerinde Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yok. “Para politikasını hükümetin görüşü ve talebi doğrultusunda yönetir” deniliyormuş.

Bağımsızlığı yasal olarak güvence altında olmayan ülkede, yeni bir iktidar partisi başa gelmiş. Merkez Bankası’nın başına da uluslararası arenada tanınan bir başkan getirmiş.
Bu başkan demiş ki:

“Benim ülkemin en büyük zorluğu enflasyondur. Siyasetçiler, her zaman büyüme ister. Ancak büyümeyi kalıcı kılabilmek için yapılması gereken şey, önce enflasyon beklentilerini kalıcı olarak düşürebilmektir.”

Ve çok sıkı bir para politikası uygulamış.

Faizi 7.25’ten 8’e çıkarmış. Koşullar dönem dönem toparlamasına rağmen kararlılıkla oralarda tutmaya devam etmiş. Faizi eski seviyesine döndürmesi tam 2 yıl almış. Bu süre zarfında gitmiş, ülkesinin önceki yıllarda girmeyi kabul etmediği tahvil fonlarına erişimini sağlamış.
Ülke için dünyadaki her ülkeden daha önemli olan (1 milyarın üzerinde nüfus olduğu için) gıda fiyatlarını reformlarla dizginlemiş.

Halkın en geleneksel yatırım tercihi olan altının ithalatına sınırlamalar getirmiş. Böylece cari açığı dengelemeyi düşünmüş.

Yabancı yatırımcılarla birebir görüşerek onları yatırıma davet etmiş.

Ülkenin varlıklarının kalitesine, geliştirilebilirliğine, yatırımcıları ikna etmeye çalışmış.

Bu arada hükümet de yüksek teknolojili ürünlere yönelik yatırımları artırmak üzere teşvikler vermiş. Yatırım koşullarını faizden bağımsız şekilde iyileştirmiş.

Ve bu sırada bakanlardan zaman zaman gelen eleştirilere, ekonomiyi çok fazla sıktığına dair açıklamalara rağmen yolunu değiştirmemiş. Çünkü devlet başkanı kamuoyuna her açıklamasında Merkez Bankası’na güvendiğini ifade ediyor, kendisine garanti veriyormuş.

Bu sıkıntılar başladığında yıl 2013’tü. Aradan 5 yıl geçti. Bu ülkenin enflasyonu, aradan geçen 5 yıl içinde %5’e indi, oralarda dengelendi. Hatta bir ara %1.5’lara kadar indi ama buralarda dengelendi. Cari açığı mı? O da yüzde 1.5’lere indi. Enerji giderleri aynı kalmasına rağmen. Yani petrol, doğalgaz falan da bulmadılar. Bu arada 2005-2013 arasında ortalama %7.8 olan büyüme oranları, 2013-2018 arasında %5’e indi. Büyüme inmiş ama doğrular yapılınca iş dünyası istihdamı artırdı. Büyüme düşmesine rağmen işsizlik rakamları ne oldu?

2005-2013 arasında ortalama %3.9 olan işsizlik oranı, 2013-18 arasında ortalama yüzde 3.4’e geriledi. Yüksek büyümeden dengeli büyümeye, doğru para politikasına, doğru ikna noktalarına gidince, her şey yoluna girdi.

Diğer ülkede, yani Merkez Bankası’nın bağımsızlığının “yasal güvence altında olduğu” ülkede ise 5 yılın sonunda tablo şöyle:

2013’te %7.8’lerde olan enflasyonu %10.6’ya yükseldi. 2013’te %5.6 olan cari açığının milli gelire oranı, %6’lara geldi. 2005-2013 arasında %9.8 olan işsizlik oranı, 2013-18 arasında yüzde 10.2’ye yükseldi.

Merkez Bankası bağımsızlığı olmayan ülkenin adı Hindistan. Bağımsızlığı yasayla güvence altında olan ülkenin adı Türkiye.

Önemli olan yasaya ne yazdığınız değil. Onu uygulayıp uygulamadığınız. Daha önce de yazmıştım. Dünyanın en iyi anayasasını yazın. İyi uygulamazsanız, o sistem kötü bir sistem olur. Dünyanın en muğlak anayasasını yazın.

Doğru uygulamalar ile sisteminizi işler hale getirebilirsiniz. Eminim “Ama bizim başımıza da terörden darbe girişimine kadar neler gelmedi” diye başlayan cümleler kurulacak. Bunlar elbette önemli değişkenler. Ama doğru zamanda doğru ekonomik politikaları uygulamamıza engel değil. Madem ülke kıyaslıyoruz, yaptığımız doğruyu da aktararak bitirelim.

Türkiye'nin kriz ikizi Arjantin'e bakalım

2001 yılında Türkiye’nin kriz ikizi olan Arjantin’e bakalım. Bize Kemal Derviş geldi, onlara o zamanın efsane ismi Domingos Cavallo. Biz 2001 sonrasında doğruları yapıp, reformları gerçekleştirip, uluslararası ilişkilerimizi doğru şekillendirip, ortak akılla hareket etmeyi başardığımız için krizden çıkmayı başardık.

Onlar Cavallo’nun reçetesi yerine siyasetçilerin kendi bakışlarını yürürlüğe koymayı tercih ettiler. Krizden hiç çıkamadılar. Hala krizdeler. Tekrar geri dönmenin anlamı yok.

Bırakalım kurumlarımız liyakat esasına göre, gereğini yaparak ülke yönetimine destek versin.
Yapmamız gereken, başta yaptığımız doğrulara dönmek, iyi örnekleri takip etmek. Zira dünya finans literatürü, inatla “bi’ şey deneyen” finansal yaklaşımların yıkım üreten sonuçlarıyla dolu. Doğrusunu yapmışlığımız varken, yanlışına dönmeyelim.

Not: Hindistan Merkez Bankası’nın “derslik” şekilde yöneten kişinin adı Raghuram Rajan. Bir dönem görev yaptı, sonunda ayrıldı. Ayrılık sebebi, değişen kabine sonrası görmeye başladığı siyasi baskıydı.

Şimdi kendisini, Mark Carney sonrası İngiltere Merkez Bankası’nın başına getirmeye çalışıyorlar. Kendisi kabul etmiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Eli yatırıma gitmemek... 21 Ağustos 2019
Acılara tutunmak... 03 Temmuz 2019