“Babana bile güvenmeyeceksin!”
“Babana bile güvenmeyeceksin!” (1. Nesil girişimcilerin dikkatine sunulur)
Yazımızın başlığı, Yahudilere özgü olduğu söylenen bir çocuk eğitimi yöntemi ile ilgili.
Hikayeye göre, çocuk 11-12 yaşlarına geldiğinde baba onu evin bir üst katına, yoksa iki üç metre yüksekliğinde bir ağaca çıkarıyormuş. Sonra da aşağıya atlamasını, kendisini tutup kucaklayacağı bir oyun oynayacaklarını söylüyormuş. Çocuk, “ya tutamazsan, düşüp bir yerim kırılırsa ne olacak?” diye itiraz etse de; baba korkmamasını, babasına güvenip atlamasını, babasının onu tutup kucaklayacağından emin olmasını söyleyerek çocuğu cesaretlendiriyormuş. Çocuk atlayınca da hemen bir kenara çekiliyormuş. Çocuk yere düşünce de çokça bir yereleri inciniyor, ıstırap çekiyormuş. Çocuk acı içinde “Baba hani beni tutup kucaklayacaktın, niye yapmadın!” diye korku içinde bağırırken; baba sakin bir tavırla onu kucağına alıp ömrü boyunca unutmayacağı bir ders veriyormuş: “Babana bile güvenmeyeceksin!”
Biz Türklerin çocuk eğitimi ise genellikle tam tersi oluyor. Çocuklarımızın koruyucu melekleri olarak hep onların arkasında oluyoruz. Onlara hep, “Korkma arkanda baban var” mesajını veriyoruz. Bunu da onlara olabildiğince hissettiriyoruz. Bu durumu İnci Aral, “İçimden Kuşlar Göçüyor” adlı anı romanında şöyle anlatır: “Her şeyden, dünyadaki bütün kötülük ve kalleşliklerden sakınarak, birer saksı çiçeği gibi büyütmeye çalıştı çocuklarını. Arkadaşlığı, aldanmayı, yeni denemelere açık olmayı, dövüşmeyi, ağlamayı, korkusuzluğu, düşmeyi ve düştüğü yerden doğrulmayı öğrenme şansını bile esirgedi onlardan uzun zaman. Sonradan yatılı okullarda, yurtlarda tanıdılar çocuklarım hayatı.”
Bundan yıllarca önceki bir anımı da burada dile getirmek istiyorum. Ankara Sanayi Odası'nda “Kurumsallaşma ve Aile İşletmeleri” konusunda yaptığımız bir toplantıda bir iş adamı topu hanımlara atmıştı. Bu iş adamına göre çocukların işlerine ilgisiz kalmasında suç hanımlardaydı! Kurucu iş adamı başarılı olup işini geliştirdikçe; önce akşamları eve geç gelmeye başlıyor, sonra hafta sonu tatillerini de unutuyordu. Bayram tatillerinin, hele hele yıllık tatillerin zaten sözü bile edilemiyordu. Bu durumdan şikayetçi olan ev hanımı da, ta küçük yaşlarından itibaren, çocuklarının kulağına sürekli fısıldıyordu: “Aman, babanız gibi olmayın!” Onlar da annelerinin sözünü tutup babaları gibi olmuyorlar; 9-17 saatleri arası mesaisi olan, öğle tatili ve hafta sonu tatili düzenli, bayram ve yıllık tatilleri olan bir işi tercih ediyorlardı.
Artık aradan bunca yıl geçtikten sonra hanımlar tutumlarını büyük ölçüde değiştirdiler. Eşlerini girişimciliğe teşvik bile ediyorlar. Hatta bizzat kendileri girişimciliğe soyunuyor. Bugün, birçok ülkede olduğu gibi, yurdumuzda da kadın girişimciliği konusunda önemli mesafeler alındı. Kadınlarımız farklı sektörlerde çok sayıda başarılı girişimcilik örnekleri sergiliyor.
İkinci üçüncü nesillerin yetiştirilmesi konusunda okuyup dinlediklerimizden önemli bulduğumuz birkaç hususa da işaret ederek yazımızı sonlandırmak istiyoruz.
Kurucu olarak başarılı olmuş, büyük bir özveri, cesaret ve çalışmayla işletmesini önemli seviyelere taşımış bir girişimcinin çocuklarına karşı yapabileceği önemli hataların başında, büyük çoğunluğun bir türlü vazgeçemediği, “Ben bilirim!” yaklaşımı gelmektedir. Halbuki çocuklara da girişimlerde bulunma, çeşitli konularda karar verme fırsatı tanınmalıdır. En azından ufak tefek hata yapmalarına izin verilerek cesaretlendirilmeleri sağlanmalıdır. Tecrübelilerin görevi, onların hatalarının önemli seviyelere ulaşmasını engellemektir. Ama onların kendi kanatlarıyla uçmaya çalışması teşvik edilmelidir. Bunun için gerekli olan özgüvenleri ve cesaretleri engellenmemelidir. Önemli olan, onları tamamen hatasız bir hayata hapsetmek yerine, hatalarının denetlenebilir düzeylerde kalmasını sağlayacak ortam ve şartları sağlamaktır. Girişimciliğe en uzak insan tipinin, cesaret ve özgüveni olmayan, riske girmekten çekinen edilgen kişiler olduğu unutulmamalıdır.
Diğer önemli bir konunun, çocukların sahip oldukları imkanları kendilerine bağışlanmış bir hak olarak algılamamaları olduğuna inanıyoruz. Çocukların sahip oldukları imkanları hak etmek zorunda ve sorumluluğunda olduklarını idrak etmeleri gerekiyor.
Akşam sofraları, ailece birlikte olunan ortamlar çocuklara aşılanması gereken sorumluluk ve görev bilinci açısından, onların motive edilmesi ve cesaretlendirilmesi için oldukça uygun fırsatlardır. Bu gibi ortamlarda kesinlikle işten şikayet edilmemeli, hele hele, “bu memlekette iş yapılmaz; şimdiki aklım olsaydı paramı, eve arsaya, altına dövize yatırır rahat ederdim” gibi şikayetlere başlarsanız çocuklarınız sizi ilk fırsatta bu işkenceden kurtaracaklardır! Sizin yıllarınızı verdiğiniz işletmeyi elden çıkarıp, hem sizin ruhunuzu rahatlatacaklar ve hem de elde ettikleri imkanları har vurup harman savurup mutlu olacaklardır! Unutmayalım, geçen haftaki yazımızda Alfred Marshall’ın “Bir işletmeyi dede kurar, baba büyütür, oğul tutar, torun sanat tarihi okur” özdeyişi ile kurumsallaşmadan en çok dört nesil sürdürülebileceğini dile getiren söylemini, Rusya’daki yeni zenginler değiştirerek sadece bir nesile kadar indirmişler: “Baba ticaret yapar, oğul playboyluk, torun da dilencilik.”
Tam tersine akşam sofralarında ve çocuklarınızla beraber olduğunuz ortamlarda işinizden çok mutlu olduğunuzu, Allah’ın size verdiği bu imkanla yüzlerce kişiye istihdam ve refah sağlamaktan, çocuklarımıza geniş imkanlar sunabilmekten, ülkeye yararlı olmaktan gurur duyduğunuzu sık sık dile getirmeyi ihmal etmeyin. Onları yüreklendirici sözler söyleyip, işinizle ilgili başarılarınızı sık sık dile getirin. Onlara, yarınlarında işletmenizle ilgili güzel hayaller kurmalarına fırsat sağlayın. Özgüvenlerini ve ccesaretlerini arttırarak işletmenizle özdeşleşmelerinin yollarını açmaya özen gösterin.