B-20 ve hatırlattıkları
Karşı karşıya olduğumuz sorunların genellikle kolay teknik çözümlerinin olmadığını, temelde yapısal darboğazlardan kaynaklandığını ve kararlı irade, stratejik yaklaşım gerektirdiğini artık çoğumuz biliyoruz. Ancak bu gereği karşılamakta bugüne kadar bir türlü başarılı olmamamızı anlamak aynı ölçüde kolay değil. Ben genellikle bunun toplumun kültürel ve davranışsal genetiğiyle ilgili olduğunu, kamu ve özel kesimin yönetici elitinin de bu genetiği dönüştürüp yükseltecek bir yetkinliği zaman içinde gösterememesinin ve sıradan başarıları abartıp başarısızlıkları kontrol dışı etkenlerle açıklama eğiliminin kısır döngünün sürüp gitmesinde büyük payı bulunduğunu düşünüyorum. Darboğazlarla yüzleşme zaafı dışında madalyonun diğer yüzündeki başka bir sorunumuz daha var: Sahip olduğumuz şeylerin ya da içinde bulunduğumuz durumların da değerini çok fazla bilmiyoruz. Bu da sadece yeni başarı hikayeleri yazmada değil kazanımlarımızı korumada da güçlük çekmemize yol açıyor.
Asıl önemlisi B-20'de kalmak
Nereden mi aklıma geldi bunlar yeniden? Biliyorsunuz G-20'ye dahil olduğumuz için onun iş dünyasındaki ayağı olan B-20' ye de katılıyoruz. Bu yıl da bu toplantılara ev sahipliği yapıyoruz. Yeniden şekillenmekte olan küresel ekonomik düzende giderek ağırlık kazanan ve bir karar mercii olmaya doğru evrilen, dünyanın bütün sorunlarının enine boyuna ele alındığı, üstelik resmi ve hükümetler düzeyinde bir organizasyon olduğu için katılım ve etki yönünden Davos gibi özel toplantılardan çok daha güçlü bir platform bu. Ne var ki çok iyi hazırlanmamız ve değerlendirmemiz gereken ve ele seyrek geçecek bu fırsatı, yarattığımız siyasi belirsizlik ve ekonomik dalgalanma ortamında kullanma durumunda kaldık. TOBB'un liderliğinde organizasyonu tabii ki iyi yaptık; zaten vardığımız düzeyde aksi düşünülemez. Ancak platforma toplantı yeri olmanın ve bu vesileyle bazı siyasi mesajları dünyaya vermenin ötesinde bir katkı yaptığımızı söylemek güç. Kendi kısır iç gündemimizle ve kutuplaşmalarımızla uğraşmaktan geçtiğimiz yıllarda bu başkanlığı hedefleyen bir hazırlık yapmadığımız için de bu sürpriz değil. Oysa gönül isterdi ki Türkiye bu toplantıya yapısal reformlarını tamamlama yolunda, rekabetçi sanayisi, modern tarımı, dinamik ve donanımlı işgücü ile teknolojik düzeyini yükseltmeye ve Ar-Ge'ye odaklanmış güçlü bir ekonomik aktör olarak katılsın ve merakla izlenip tartışılacak öneriler ortaya koysun!..
Aslında daha da önemlisi, daha önce de yazmıştık, bu toplantılara dahil olmayı yani dünyanın ilk 20 ekonomisi içinde yer almayı gelecekte de sürdürebilecek miyiz, bunu güvenceye almak. Kırılganlıklar sürdükçe ve ABD doları değer kazandıkça milli gelirimizin küçülmesi sıralamadaki durumumuzu riske sokuyor. Nitekim daha şimdiden 19. sıraya gerilemiş oluyoruz. Zaten ilk on ekonomi arasına girme gibi ne gerçekçi ne de yeterince anlamlı olan bir hedef yerine ilk 20'de kalmayı ya da ilk 15'e girmeyi hedef seçmemiz ve asıl bunu otomatik olarak sağlayacak kişi başı gelir sıralamasındaki yerimizi yükseltmeye odaklanmamız gerektiğini bu nedenle vurguluyorduk. Nüfusumuz bunu sağlayacak kadar büyük değil; hoş, olsa ne yazardı, refah ve kişi başına gelir artmadıkça amaç kalabalık bir yoksulluk olmamalı. Mesela hiç ilk onda olduğu için övünen Hintli görmedim, ama yazılımdaki başarıları ile övünenleri çok. Sözün kısası, iş katma değeri, faktör verimliliğini ve teknoloji düzeyini arttırmakta...
Gündem ortak, koşullar ve sorunlar farklı
B-20 gibi karma grupların ve tartışılan konuların karmaşık ve yanıltıcı yanlarından biri de, katılan her ülkenin durumu ve gündemdeki tartışmalarla ilgi düzeyi farklı olsa da homojen bir dünya varmış hissini ve izlenimini vermesi. Bunun kuşkusuz küresel bütünleşme ve barış atmosferi yönünden yararlı yanları da var, ama kendi özel ihtiyaçlarına cevap veren ve ilerideki grup ile aradaki mesafeyi kapamaya odaklanan özgün yol haritalarının öneminin gözden kaçmasına yol açması tehlikesi de. Evet, konuşmalar hep yatırımlar, altyapı, emek piyasaları, vergilerin düşürülmesi, saydamlık, hukuk güvenliği, finans sisteminin işlerliği ve işlevselliği, Ar-Ge, küçük ve orta boy işletmelerin geliştirilmesi gibi tanıdık temalar üzerinde yoğunlaşıyor ama herkesin sıkıntıdan da çözümden de anladığı farklı. Bu farklılığı aklıma kazıyan bir görüntü de toplantının IMF Başkanı Lagarde'ın da olduğu ana oturumunda konuşan Avusturalya Merkez Başkanı'nın pikniğe çıkmış bir aile babası havası ile bizim stres altındaki MB Başkanı'mızın ikircikli ve temkinli konuşması oldu.
Gerçekten de ne KOBİ'lerimiz, ne de yurtdışındaki yatırımlarımız açısından batı dünyası ile koşullarımız ve sorunlarımız benzeşmiyor. Şirketlerimizin, bazılarının kan kaybı diye gördüğü dışa açılmaları geç kalmış da olsa olumlu ama bunlar henüz teknoloji transferi ve küresel zincirlere eklemlenme aşamasını değil, satış ve maliyet kaygısıyla iç piyasadaki rekabetçilik eksiğini giderme eğilimini işaret ediyor. Ayrıca içerdeki yatırım ortamının caydırıcılığının da bir faktör olduğu açık. Yoksa 2014'te ülkeye gelen dış yatırımın yarısına yakın bir yurtdışı yatırım hacmi ortaya çıkmazdı. Tabii içeride sanayi küçülmesinin orta sınıfı zayıflatması ve kayıtdışılığı artırmasının ortaya çıkardığı olumsuz sosyal sonuçlar da unutulmamalı. Kobi'lerimiz de tamamen bize özgü düşük katma değerli tedarikçi özellikleriyle gelişmiş ülkelerde büyüme ve teknoloji motoru niteliğindeki benzerlerinden ayrışıyor.
Belki de bu gibi platformların en önemli yararı, gündemimizi süratle gelişmiş ülkelerin gündemine yaklaştırması yönünde bizi hırslandırması olacak. Ancak bunun için gerçekçi olmamız, zaaflarımızla yüzleşmemiz ve önemimizin yaptıklarımızdan değil potansiyelimizden kaynaklandığını akıldan çıkarmamamız şart.