Azgın bir cari açıkla, azılı bir küresel kriz nasıl geçer?
Çoşkun bir nehri geçmek;
Dinamik kas ve güçlü nefes kadar,
suya nereden girildiğine sıkı sıkıya bağlıdır.
Nehri geçerken, fiziksel dayanıklık ne kadar önemliyse, ilk girilen yer de o kadar etkilidir. Bakalım bu konjonktürün dalgalı dünya ekonomisine ulusal ekonomimizle nasıl giriyoruz. Nisan 2011 ödemeler dengesi açıklandığında, artık sistemi tehtid eden sıradan bir açıktan ziyade, ciddi bir finansal aşırılıktır. Bütçe Nisan'da 1.1mia TL fazla verdiğinde, işsizlik %11.5'e gerilediğinde ve işgücüne katılma oranı %48.5'a yükseldiğinde dinamik kas ve güçlü nefes koşulları sağlanmış oluyor. Küresel azman akıntılar karşısında doğru stratejinizin olmaması durumunda dinamik kas ve güçlü nefes yapınız, olsa olsa, savunma meseleniz olur.
Cari açığın milli gelire oranı Ocak-Mart 2011 gerçekleşmelerine göre %10 düzeyinin üzerine çıkmış durumda. İlk üç aya düşen 22.11mia USD açık, yine aynı peryoda düşen tahmini 170mia USD GSYIH düzeyi; cari açık/milli gelir oranını %13'lere tırmandırdı. Portföy hesabı yükümlülükleri yılın ilk üç ayında sadece 2mia USD artarken, Nisan vergi gelirlerinde de önceki yılın Nisan'ına kıyasla %38 genişleme, ithalde alınan KDV artışının nasıl almış başını gidiyor olduğuna işaret ediyor. İthalat artışı vergi gelirlerimize de yansımış durumdadır. Bu etki, dış ticaret açığının vergi gelirleri üzerindeki yanıltıcı etkisidir. İlkbahar aylarında, bankacılık sektörü, sendikasyon ve seküritizasyon kredilerini çeviriyor (roll-over), reel sektörse, devâsa borç batağına, her geçen gün yenilerini ekliyor.
Borsalar, faizlerde yükseliş olasılığını dahi sevmezler. Dünya ülkeleri, sözleşmişler gibi, sıfır reel faizle fonladıkları yatırımlarında kâr realizasyonunu, risk boşaltımını ardı ardına başlattılar. Küresel ekonominin damarlarında kan olmuş dolaşan derin sürü davranışı, bu kez çıkış planlarını sattı. Krizler altı farklı nedenle gelişiyorlar.
1 - Cari açık
2 - Finansal aşırılık
3- Bütçe açığı
4- Dış borç
5- Ani duruş
6- Kendi doğasında
Ve aynı zamanda krizler, hem tehlikeyi hem de fırsatı barındırırlar. Yıllardan süregelen sektörel çarpıklığa bağlı cari açık sorununu, mikro reformlarla onarıp; küresel fon piyasasında sıfır reel faizle ülkeden ülkeye dolanıp duran parayı, firmalarımıza üretim dinamizmi olarak katabilibilirdik. Ekonomimizde hep sönük hep güdük kalmış üretim yanımızı, tüketim potansiyelimizi bedavaya açmaz; küresel rekabette söz sahibi olmak yolunda ilerleyen, üretim dinamikleri üzerinde yükselen, açık yerine fazla veren bir ülke olurduk. Merkez Bankası 8 Kasım'daki programını, 4 ay öncesinde, temmuzda uygulamaya almalıydı ki, daha kararlı ve amaç bağımsızlığı olabilmiş bir merkez bankası olduğuna inanalım. Haklı çıkmak istemezdik ama, zaman bizi haklı çıkardı. Merkez Bankası "yavaş tükürüğün sakala bile zararı var" sözüne parallel, finansal istikrarı da gözetecek adımlar atmasını da beklerdik. Dünya merkez bankaları, henüz bu konuda bir fakir birliği içinde olmasalar da, biz kriz tecrübelerimizle daha proaktif olabilirdik. Bugün geldiğimiz noktada en büyük sıkıntımız olan üretim gamızı yenebilir, küresel rekabetteki zayıflığımızdan söz etmiyor olurduk. Kriz fırsatları; köklerinden sökülmüş yeşiller gibi, küresel ekonomi pazarının tablasına bir bir serilmiştir. Tüm yaşadıklarımızdan zihnimizde işte şu tortular kazılı kaldılar: "kökünden sökülmüş yeşillikler; kimine yenilerini yetiştirecek umut fidesi, kimine tertipli sofralar öncesi temizlik çilesi olur." Görülen o ki, krizin köklerinden söktüğü yeşillikler bize, fideden çok çile olmuş durumdadır.