Azami dalga, asgari ücret tartışmaları
Dünya borsaları eylül başından beri karşılaştığı en sert satış dalgalarından birisi ile karşı karşıya. Emtia fiyatlarında hafta boyunca yaşanan sert düşüşü küresel yavaşlamanın işareti olarak gören yatırımcılar Fed’in olası faiz artışının yıkıcı etkilerini fiyatlamaya başladı.
Çin ekonomisinden gelen yavaşlama sinyalleri ve ortalamanın üzerindeki stok rakamları ile petrol fiyatları son 10 yılın, bakır fiyatları son 6 yılın en düşük seviyelerine geriledi.
Küresel büyüme aşağı yönlü riskler piyasaların Fed’in olası faiz artışına karşı duyarlılığı artırmış durumda. Aralık ayında yapılacak faiz artışının (ihtimal %66) kırılgan bir patikada ilerleyen dünya ekonomisinde yol kazasına yol açabileceğinden endişe ediliyor.
OECD geçen hafta yayınladığı Ekonomik Görünüm raporunda dünya ekonomisinin 2015 büyümesiyle ilgili sene başında %3,7 olan tahminini %2,9 olarak güncelledi. ABD, Avro bölgesi ve Japonya ile ilgili tahminlerin yukarı yönlü güncellendiği raporda küresel büyümeyi ağırlıklı olarak gelişmekte olan ülkelerdeki yavaşlama aşağı çekti. Emtia ithalatçısı bir ülke olarak Türkiye Çin ekonomisindeki olası bir yavaşlamadan asgari olumsuz etkilenecek ülkelerden birisi. Ancak sermaye ithal eden bir ekonomi olarak Fed’in faiz artışına ve küresel risk iştahının bozulmasına karşı kırılgan bir konumda.
Küresel sermayenin daha seçici olduğu bu ortamda Türkiye’nin rakiplerinden olumlu ayrışması için yeni bir hikayeye ihtiyacı var. Bunun için tekerleği yeniden keşfetmesi gerekmiyor. 2014 yılında Hindistan’ın yaptığı gibi yapısal reformlara ağırlık veren bir politika izlemesi yeterli.
Merkez Bankası ve diğer kurumların bağımsızlığını pekiştiren, istihdam piyasalarındaki katılığı azaltan, toplam faktör verimliğini artırmayı amaçlayan ve katma değeri yüksek üretimi destekleyen uygulamalar akla ilk gelen reformlar arasında yer alıyor.
Reform sürecindeki ilerleme ise öncelikle ekonomi yönetiminde kimin yer alacağına bağlı. Babacan ve Şimşek’in dahil olduğu bir yönetim kadrosu piyasaların reformların uygulanacağına duyduğu güveni artırır.
Ancak, seçim öncesinde verilen popülist vaatler ile ekonominin ihtiyacı olan yapısal reformları bir potada harmanlayarak iş dünyasına ve piyasalara anlatmak kolay değil. Kısa vadede yaşanacak ilk zorluk, asgari ücrete yapılacak %30 zam nedeniyle katma değeri düşük olan sektörlerde istihdam kaybını ve fiyatlama alışkanlıklarındaki olası bozulmayı sınırlamak.
Türkiye gibi bir ülkede 1000 TL gibi düşük bir asgari ücretle yaşamanın zorluğunu yadsımıyoruz. Asgari ücrette son 10 yıldaki reel artışın (yıllık %2,5) ekonomik büyümenin (yıllık %4,1) gerisinde kaldığının farkındayız.
Ancak içinde bulunduğumuz orta gelir tuzağında düşük katma gelirli sektörlerde %30’luk ücret artışı yapmanın imkansız olduğunu kabul etmek lazım. Türkiye’nin işgücüne Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan gibi ülkelerden daha fazla ücret ödeyerek uluslararası rekabet etme şansı yok.
Yanlış kararda ısrarcı olunursa tekstil, konfeksiyon, deri gibi düşük katma değerli sektörlerde çevre ülkelere göç başlar. Durumun ciddiyetini gören Ak Parti hükümeti bir süre sonra iş verenin üzerine getirdikleri fazladan yükü paylaşmaya razı olacaktır.
Ancak bu politika kendi içinde bir paradoksa yol açacak. Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkmak için kamu kaynaklarını asgari ücret ödenen düşük katma değerli sektörlerde değil yüksek katma değerli alanlarda kullanması gerekiyor.