“Aykırı ses olmadan doğru yol bulunamaz”
Dünkü yazım sonrası arayan bir iş insanı dostum, "Aykırı ses olmadan doğru yol bulunamaz, bu konuyu da işle” deyince önerisine uyup dışarıdan içeriden üç örneği yazıp hatırlatmanın doğru olacağını düşündüm.
“Kriz ve güven” başlıklı yazım üzerine telefon açıp sohbet eden bir iş insanı dostum, "Yazında iktisatçılar krizle ilgili gerçekçi tanımlar yaptıktan sonra yol gösterici önerilerde bulunuyorlar. Bunu gördüğümde her hangi bir kurumda ya da ülkede yanlışları açıklıkla söyleyebilenler olmazsa, doğru yol bulunamaz bunu da işlesene” dedi.
Bu bana Amerika’da 1920’lerde bir otomotiv firması yöneticisinin, işler iyi giderken, "Kriz olursa nasıl davranmalıyız" araştırmasını yaptırdığında kendisinin "şımarık" diye nitelendirildiğini, on yıl içinde ülke ve sektörün krize girdiğinde krize en hazır kurum olduğunu, kriz döneminde ise bu kez "Kriz sonrası düzelen, hareketlenen piyasada ne yapmalıyız" çalışmasını yaptırdığını dostuma anlattım. Bu kez rakipleri onu "şımarık" bulmayıp benzer çalışmalar yaptırmışlar. Dostuma bundan esinlenerek Anadolu’da firmalara yaptığım öneriden de söz ettim.
1990’lı yıllarda Anadolu’da yılda 50-60 toplantı yapmaya başlayınca Anadolulu iş insanları ile sohbetlerde hep, "firmanızda aykırı adam var mı, sana olumsuzlukları yanlışlarını söyleyen birileri yoksa, hemen öyle birini firmanda yönetime kat. Söylediği eleştirileri dikkate alırsan, firman için olumlu, sağlıklı adım atmış olursun” önerisinde bulunuyordum.
Bu konuda iki siyasetçinin davranışları da bu açıdan benim ilgimi çekmişti. Onları da anlattım.
Bunlardan biri rahmetli Adnan Kahveci’nin davranışıydı. Bir gün ziyaretime geldi. "Sen bir zaman seyyar satıcıları belediyenin yasağına karşı örgütleyip yürütmüşsün. Ben, onlerle, bir zamanlar onları örgütlediğin Küçükpazar’daki bekar evlerinde toplantı yapacağım. Almanya’daki Haimlara benzer yaşam şartlarını onlara sunmanın tartışmasını yapacağım.Yarın akşam sen de benimle Küçükpazar’daki bekar odalarına gelir misin” diye sordu.
Diğeri, Prof. Dr. Nazım Ekren devlet bakanı iken, KOBİ'lerle ilgili uygulamaların, olumsuzluklarını sıralayan üst üste iki yazı yazmıştım. Bakanın özel kalemi aradı, bakanın, Ankara ve İstanbul’da o yazılar üzerine buluşup görüşmek istediğini söyledi. Bir hafta sonra Ankara’da Mobilyacılarla bir toplantımız vardı. Rüştü Bozkurt’la o toplantı için gittiğimizde, sabahki toplantı sonrası bakanlığa gidip, Ekren’le buluştuk. İlk sözü “Yemek yememişsinizdir, ne yemek istersiniz” oldu. Yemekler geldi. Ben yazımda yer alan aksaklıkları biraz daha açarak sıraladım. Bozkurt da eklemeler yaptı.
Bakan bizi dinliyor, arada bazı açıcı sorular soruyordu. Bir yandan da odada yer alan danışmanına söylediklerimizi not almasını belirtiyordu. Bu konuyu şu daha iyi bilir dediğimiz kişilerin iletişim bilgilerini istiyordu.
“Aykırı ses” meselesini işlemem konusunda öneride bulunan dostuma sohbet sırasında bütün bunları anlattım. Belirttiği gibi “aykırı sesin” bütün kurum yöneticileri ve siyasiler için yararlı olacağına inandığımı, ancak siyasilerin bu dönemde “yanlışların söylenmesinden” pek hoşnut olmadıklarına tanık olduğumu söyledim. “Belki yanılıyorum” diyerek de bu yazıyı kaleme aldım.