Ayı tuzağı!..
Türkiye ekonomisine ilişkin açıklanan son verilere bakarak, dış koşullara bağlı kırılganlığın kontrollü bir şekilde azaldığını iddia edebilir. Zaten gerek finansal piyasalar, gerekse ekonomi yönetimi bu yönde beklentilerin genel eğilimler üzerinde belirleyici olması için çaba harcıyor. Bu yılın ilk çeyrek döneminde ekonomi yüzde 3.2 oranında büyümüş; mayıs ayı dış ticaret açığı 8.8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiş, ihracat seri bir şekilde artarken ithalat pek değişmemiş; haziran ayında tüketici fiyatları yüzde 0.9 oranında gerilemiş ve yıllık enflasyon yüzde 8.87 olmuş. Kredi notuna ilişkin iyimser beklentiler güçlenmiş, Türkiye riskine ilişkin iştah biraz artmış; Türk Lirası hafif de olsa değerleniyor, sermaye piyasaları satış baskısı altında bunalmıyor…
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız görünüme bakarak bundan sonra her şeyin daha iyiye gideceğini varsaymak pek gerçekçi olmaz. İçinde bulunduğumuz küresel koşullar kesinlikle sürdürülebilir değil ve geçmiş veriler gelecek konusunda fazla bir şey ifade etmiyor. Ayrıca hem açıklanan verilere ilişkin detaylar, hem de ortalama tüketicinin genel durumu ortaya çıkan görünümü teyid etmiyor. Genelde kısa vadeli spekülatif bakış açısının ön planda olmaya devam ediyor ve önemli gerçeklerin ihmal ediliyor olmaya devam etmesi kırılganlığın azalmasına izin vermiyor.
Bundan sonra yaşanacaklar konusunda dış koşullar ve içeride vatandaşın durumu daha belirleyici olmaya aday görünüyor; her ikisindeki eğilimlerin de sürdürülebilir olmadığı biliniyor. Gelişmiş ekonomilerden sonra gelişmekte olanların da durgunlukla tanışmaya başlaması deflasyon ve enflasyon sarmalında sorunların iyice ağırlaştığını düşündürüyor. Deflasyondan kaçınmak için yapılanların yan tesiri faydasından daha büyük oluyor ve kısa vadeli spekülatif eğilimler sıkça yön değiştiriyor, yıkıcı fiyat dalgalanmalarının yaşanması engellenemiyor.
Sorunlu banka ve sorunlu ekonomi sayısı arttıkça belirsizlik ve kırılganlık artıyor; görüş mesafesi kısalırken potansiyel istikrarsızlık büyümeyi sürdürüyor. Gelir dağılımı ve rekabet koşullarının bozulması, borç-alacak zincirinin daha ciddi tehlike sinyalleri vermesi ve ticaret hacminin dalgalı bir şekilde daralması gibi yıkıcı eğilimleri önlemek konusunda pek bir şey yapılamıyor. Bireysel bazda faaliyet gelirleri azalır iken borçların seri bir şekilde büyümesi genel tablonun olumsuzdan olumluya dönmesini engelliyor. Günü kurtarmak ve güven bunalımının geri dönmesin önlemek adına, tüketim ve yatırım konularında her türlü aşırılığın zorlanması görünümü farklılaştırsa da kırılganlığın artmaya devam ettiği gerçeği değiştirmiyor. Eğer durum böyle olmasa idi geçmişe ilişkin ekonomik görünüm gelecekte de etkili olabileceğini düşünebilirdik!..
Bu yılın ilk çeyrek dönemine ilişkin mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış, üretim yöntemi ile hesaplanan gayri safi yurtiçi hasıla yüzde 0.2 oranında artmış; yani büyüyememişiz, iç talep durgunlaşmış, enerji yatırımları ve kamu harcamalarındaki artış ön plana çıkmış. Asıl önemlisi bu duruma rağmen cari açık umulan oranda gerilememiş, dış finansman ihtiyacı azalmamış. İnşaat başta olmak üzere hizmet sektörünün teklemesi durumunda neler yaşanabileceğini kimse düşünmek bile istemiyor. Durum böyle olunca baz etkisi ile ve geçici olarak enflasyonun gerilemesi iddia edilen oranda olumlu katkı yaratmıyor. Mayıs ve haziran aylarında tüketici fiyatlarında yaşanan yüksek oranlı gerilemeye rağmen çekirdek enflasyonun yükseliyor olması çok dikkatli olunmasını gerektiriyor.
Finansal piyasaların deyimi ile ciddi bir ayı tuzağı söz konusu olabilir. Taşıdığı riskleri azaltmak isteyenler muhtemelen sabırsızlıkla görünüme kanan amatörleri karşılamaya ve bu fırsattan yararlanmaya hazırlanıyor. Gerçekler açığa çıktığında canının yanacağını, zorlanacağını bildiği için muhtemelen yükünü hafifletmeye çalışacak. Günü kurtarma mecburiyeti ise siyasilerin tuzak kıranların yanında potansiyel avların karşısında olmalarına sebep olmaya katkı yapacak; canlar yandığında devleti temsil etmenin gereği unutulacak ve sorumlu olsalardı denecek!… Ya sonra…