Aydın’da “evlilik sözleşmesi” tartıştık...
1980’lı yılların ortalarında “Eltiler kavgası” başlıklı bir yazıda, ülkemizdeki aile işletmelerinde kardeş eşlerinin çekişmesi, kardeşler arasında dırdırın, haset ve fesadın yıkıcılığı ile işler çok iyi giderken batan işyerlerinin öyküsünü anlatmıştım. Yazı, umduğumdan da büyük ilgi gördü; çeyrek yüzyılı aşan zaman kesitinde konuya dönüş yaptığım her yerde yaygın ilgi ve onay karşısında kimi zaman şaşırdığım oldu.
Yaklaşık iki yıl boyunca, özellikle kan bağına dayalı aile işletmelerinde, genelinde bütün işyerlerinde ortaklıkların kısa ömürlü olmalarının nedenlerini araştırıyorum. Bulgularımı, “Zihin Kelepçelerinizi Kırın: Sürdürülebilir Ortaklığın 32 Basit Kuralı” adlı küçük bir kitapçıkla paylaştım. Katıldığım toplantılarda kitapçığı ücretsiz olarak dağıtıyorum. Okuyanlardan çok ilgi çekici destekler alıyor; bilgilerimi zenginleştirme olanağı buluyorum.
Kitapçığın içeriğinde olmayan “evlilik sözleşmelerinin olası etkileri” konusu ise, bir ilçemizdeki toplantıların soru-yanıt bölümlerinde ortaya çıktı. İyi bir üniversitede okuyan oğullarının; varlıklı, görgülü ve ilkeli bir ailenin üniversite bitirmiş kızıyla evlendiğini, evlilik sonrasında oğulları üzerine ciddi bir servet kaydı yaptırdıklarını anlatan baba, gelinlerinin bir süre sonra ayrıldığını, şimdi “mal paylaşımı” sorunu yaşadıklarını anlattı.
Boşanmalar artıyor
Katıldığım toplantıların genel temasını, “fizibilite algısı ve sözleşme kültürü ile ortaklık ömrü arasındaki ilişkiler” oluşturuyor; bu bağlamı ile “evlilik sözleşmeleri” konusunu daha sonraki toplantılarda test ettim.
Üretimin Anadolu içlerine yayılması, eğitim-öğretim olanaklarının artması, orta sınıfın yükselmesi, ataerkil ailenin çekirdek aileye dönüşmesi gibi bir dizi eğilim, ikinci kuşak iş insanlarını yaygınlaştırdı. Eğitimli olan bu ikinci kuşakta, farklı yörelerden evlilikler de arttı... Aynı ölçüde “boşanmalar” da hızlandı. Bütün bu gelişmeler, geleneksel toplumda da var olan, ama gelenek baskısı nedeniyle üstü örtülen aile içinde bir başka sorunu gün ışığına çıkardı: Eşler arasında mal varlığının nasıl paylaşılacağının sözleşme ile belirlenmesinin önemi…
Niksar’da, Erbaa’da, Vezirköprü’de Boyabat’ta konuyu dinleyenlere açtığımda aldığım tepkilerin benzerini Aydın Sanayi Odası’nın düzenlediği toplantıda da aldım. Bir girişimci arkadaşın yaşadıklarını ayağa kalkarak anlatması benim için şaşırtıcı değildi ama, toplantı sonrasında katılımcıların “... Sözleşme kültürü önemli ama geleneklerin baskısı ile yapamadığımız evlilik sözleşmesi sorunlarını gündeme taşımanız çok çok önemli” demeleri doğru yolda ilerlediğim düşüncesini zihnimde pekiştirdi.
Rekabet gücü yaratabilmemiz için; rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir teknoloji ve rekabet edebilir yönetim anlayışının gerek şart olduğunu her vesile ile vurguluyoruz. İş yeri yöneticilerine “küçük olsun benim olsun” mantığının bir kasaba kültürü kalıntısı olduğunu, aşılması gerektiğini anlatıyoruz.
Sözleşmelerde
tanımlama
Küreselleşmenin bugün geldiği aşamada, “rekabetin, rakibin bütün hatlarına saldır; bütün potansiyellerini yok et! Yok edemiyorsan, ortak ol!” mantığına dayandığını, o nedenle ölçek ekonomisinin erişebilirlik gücünden yararlanmadan uzun dönemli geleceğin güven altına alınamayacağını açıklamaya çalışıyorum. Ölçek yaratmanın organik büyüme kadar, satın almalar, ortaklıklar ve işbirlikleri ile yaratılabileceği üzerinde duruyorum. Ortaklıkların uzun ömürlü olabilmesi için de, “ortaklık sözleşmelerinde tanımlanması gereken ayrıntıları” bilgimizin yetebildiği ölçüde ve yazılı metinlerle paylaşıyorum.
Ortakların seçiminden, sonuçların şeffaf gözlemlenmesi yöntemlerine kadar çok değişik alanlarda, hukuk sistemini arkasına alan işbirliklerinin nasıl uzun ömürlü olabildiklerini, yine ülkemizdeki örneklerle açıklıyorum.
Yapılan toplantılarda ilgi uyandırmasına karşın, ortaklıkların “sözleşme kültürü” üzerine kurulması konusunda tartışmalar gerektiği kadar yaygınlığa ve derinliğe erişmiş değil… Elbistan’dan Aydın’a kadar ilgi çektiğini gözlediğimiz bu tartışmaların, hukuk uzmanları, hesap uzmanları, yönetişim uzmanları ve medyada ihtisası olanlar tarafından yaygın biçimde tartışılmasını sağlayabilirsek, toplumumuzun bilinçlenmesini hızlandırabiliriz…
Günlük tartışmaları, “değer katma” açısından irdeleyerek, üst yapıdaki konuları altyapılara doğru kaydırabilirsek ülkemiz çok şey kazanabilir.