Avrupa’yı kurtarmak!
Geçtiğimiz hafta Almanya'nın Aachen kentinde Almanya ve Fransa, iki ülke arasındaki ilişkileri düzenleyen bir antlaşma imzaladı. Yapıldığı kentin adını taşıyan Aachen antlaşmasının 1963 yılında iki ülke arasında imzalanan Elysee antlaşmasının yerini alacağı ileri sürülüyor.
Ancak bu sefer tartışmasız bir şekilde daha büyük menfaatler söz konusu. Avrupa'nın kargaşa içinde olduğu ve AB'nin çatırdadığı bir dönemde yeni anlaşmanın pan-Avrupa projesini canlandırması umuluyor. Ancak herkes buna ikna olmuş gibi gözükmüyor. Birçokları için, antlaşma Fransız-Alman kibrinin başka bir tezahürü. Siyaset bilimi uzmanımız anlaşmanın savunma bileşeni üzerine eğilerek, bunun NATO’nun geleceği, uluslararası ilişkiler ve ötesi için ne anlama geldiğini değerlendirdi.
Almanya ve Fransa’nın Aachen Antlaşması ile Avrupa savunmasını tekellerine almağa çalıştığı eleştirileri yapılıyor. Bu kaygının köklerini açıklayabilir misiniz?
Olanları doğru değerlendirebilmek için Soğuk Savaştan önce ve sonra olanlara geri dönmemiz gerekiyor. II. Dünya Savaşı'ndan sonra tasarlanan Avrupa savunma sistemi, özünde Amerika’nın Batı Avrupa'yı Sovyet saldırganlığına karşı desteklemesini amaçlayan bir sistemdi. Soğuk Savaş sona erdiğinde, bu savunma tertibi geçerliliğini tümüyle kaybetmeye başladı. Amerikan yönetimlerinin ABD’nin Avrupa’yı savunma taahhütlerini azaltma eğilimi güçlendi. Bu önceleri Birleşik Devletlerin Kıta’yı savunma iradesinin zayıflamasından ziyade askeri mevcudiyetini azaltması şeklinde ortaya çıkıyordu. AB'nin kuruluşu bu ilişkiye başka bir boyut daha eklemişti. AB uzun vadede siyasi bir bütünleşme hedeflediği iddiasındaydı. Ancak hiçbir devlet, etkili askeri araçlara sahip olmadan dünya sahnesinde önemli bir aktör olamaz. Gözlenen gerçek ise şu ki, AB eskiden de olduğu gibi günümüzde de güvenilir askeri araçlara sahip değil. Bu nedenle NATO'nun yerini alacak bir seçenek oluşturamadı.
Bazı girişimlerde bulunulmadı değil. Örneğin, NATO’nun Avrupalı üyeleri, NATO’yu bir tür AB kalkanı olarak kullanılmak istediler, fakat NATO’nun Avrupalı her üyesinin AB üyesi olmadığı ve her AB üyesinin de NATO üyesi olmadığı gerçeği ile karşılaştılar. Ayrıca, AB’ne üye ülkeler bile, Avrupa savunmasına katkıda bulunmaktan önce kendi ulusal savunma kabiliyetlerini korumaya öncelik veriyorlardı. Ön planda ulusal savunma kabiliyetlerini korumaya yönelik bu yaklaşımlar, etkili bir işbirliğine engel teşkil ediyor. Açıkçası, AB üyesi büyük devletlerden her biri ortak güvenlik kaygılarını gidermek yerine, önce kendisini korumaya yönelik ulusal güvenlik politikalarını izlemek istiyor.
AB, kısa bir süre önce gündeme PESCO ya da Daimi İşbirliği Yapısı fikrini getirdi. Bu girişim, üye devletlerin ulusal savunma yeteneklerini bir defa daha Avrupa savunma yapısına entegre etme girişimidir. Proje üzerinde çalışılmakla birlikte, henüz işleyen bir teşkilat yapısından çok işin düşünce aşamasında olduğu söylenebilir.
Ayrıca Fransa-Almanya savunma işbirliği kapsamında bir Ren Ordusu kurma girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığı da hayal meyal hatırlıyorum. Başarısızlığın birçok nedeni arasında kültür ve dil farklılıklarının önemli bir yer tuttuğu biliniyor.
Aachen Antlaşmasını Avrupa savunmasını yeniden birleştirme girişimi olarak görebilir miyiz? Ve eğer öyleyse, bu iyi bir fikir mi?
Bu soru ilginç ama aynı zamanda problemli bir yaklaşımı yansıtıyor. Bazı kesimler Fransa'nın önemli bir savunma kabiliyetine sahip olduğunu ve bunu kullanmaktan korkmadığını savunuyor. Almanya’nın ise güçlü savunma kabiliyetine sahip olmakla birlikte bunu kullanma konusunda daha mütereddit davrandığı ileri sürülüyor. Fransız-Alman işbirliği bu zorlukların üstesinden gelmek için ideal bir yol olacaktır deniliyor. Ancak bu çözümleme ile ilgili olarak karşımıza birkaç sorun çıkıyor. Bir numaralı sorun ise özellikle kritik önemde: Fransa'nın savunma kabiliyeti, söylendiği kadar güçlü değil. Toplam aktif askeri personelinin sayısının 200.000'den biraz fazla olduğu tahmin edilmektedir ki bu da bir dünya devleti için çok büyük değildir.
Başka sorunlar da var. Örneğin, Almanlar ve Fransızların diğer Avrupa ülkelerini dışlayarak bir araya gelmesi, AB’nin özünde Avrupa üzerinde Fransız-Alman hakimiyeti kurulmasının bir aracı olduğu şüphesini doğurması ciddi bir sorundur. Ve şimdi, İngiltere’nin de AB’den çekilecek olmasıyla birlikte, Fransa ve Almanya’nın müşterek hakimiyetini dengeleyecek çok az güç kalıyor. Bu nedenle, Fransızlar ve Almanlar’ın Avrupa'nın savunması konusunda fazla çaba harcamasının AB’nin diğer üyelerinin Birlik’e bağını zayıflatacağı endişesi taşıyorum.
O zaman bunu meşru bir soruna kötü tasarlanmış bir cevap olarak niteleyebilir miyiz?
Evet. Aslında bu yaklaşım, Avrupa güvenlik sorununu bir başka yönden de olumsuz etkiliyor. Zayıflıyor görünmekle birlikte, ABD'nin hala Avrupa’nın savunmasını destekleme taahhüdü devam ediyor. Bu husus, Baltık ülkelerindeki NATO birliklerinin varlığı ve Polonya’ya verilen NATO’nun güvencelerinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Ancak Almanlar ve Fransızlar güvenlik politikasını diğer üyelere danışmadan şekillendirmeye çalıştıklarında, bu durum ABD’nin Avrupa savunmasından uzaklaşmasını meşru kılmayı kolaylaştırabilir. Bu şekilde, Avrupa güvenliğini güçlendirme girişiminin yürütülüş biçimi, amacına ulaşmasını baltalayacaktır.
Tüm bunlar Türkiye'yi nasıl etkiliyor?
Türkiye, tam üyesi olduğu NATO aracılığı ile Avrupa savunma sisteminin bir parçasıdır. Türkiye'nin çıkarına uygun olan NATO ile yoluna devam etmektir çünkü ittifak (tabii güvenilebildiği ölçüde) kendisine karşı yapılacak bir saldırıda güvenliğini sağlayacaktır.
Öte taraftan AB, güvenlik konuları da dahil olmak üzere, Türkiye'ye karşı dışlayıcı bir tutum sergileme eğilimindedir. Dolayısıyla, NATO’nun AB’nin eylemleri nedeniyle zaafa uğraması Türkiye'nin güvenliğini zayıflatır. Avrupalıların yeterince algılayamadığı bu durum, Türkiye’yi, Avrupa’nın güvenliğini artırmaya katkı yapacağı şüpheli olan başka güvenlik düzenlemelerine yöneltebilir.
Mesela Rusya ile yakınlaşma gibi mi?
Kuşkusuz, bu da bir olasılıktır. Eğer Avrupa, Kıta’nın ortak bir güvenlik yaklaşımını gerçekten korumak isterse, Türkiye bunun önemli bir ortağı olacağından, Türkiye'nin AB savunma planlamasına dahil edilmesine imkan veren bir mekanizma oluşturulmalıdır. Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında, son derece gelişmiş silahlarla donatılmış, son derece profesyonel kadrolara sahip büyük ordusuyla, bölgede temayüz eden askeri güçlerden biridir.
Bu anlaşma Avrupa savunma sorununu çözebilir mi, yoksa NATO’nun çöküşüne mi neden olur?
Bir tahminde bulunmak için çok erken. AB savunma düzeni kurmak için yapılan daha önceki girişimler ilerleyemedi. Bu düzenlemenin geçmişe göre daha başarılı olup olmayacağını söylemek kolay değil. Anlaşma biri görevinden ayrılmak üzere olan ve diğeri içeride önemli siyasi zorluklarla karşı karşıya bulunan iki lider tarafından imzalandığından, başarı şansı daha da sorgulanabilir durumda. İki liderin antlaşmanın uygulanmasına öncelik vereceklerini öne sürmemiz için ikna edici bir neden de yok. Ayrıca, projenin kendi ülkelerinde geniş çapta kamuoyu desteği aldığına dair yeterli bir gösterge de bulunmuyor.
Mevcut siyasi durumu ve tarihi tecrübeyi birbirine eklediğinizde, bu anlaşmanın Avrupa'da hüküm süren güvenlik koşullarını nasıl büyük ölçüde değiştirebileceği konusunda aceleci yargılar sunmak akıllıca olmayacaktır.